Türkiye'nin siyasi gündemi, bir kez daha temel bir eksende sıkışmış durumda: Anayasa ve kimlik tartışmaları. "Yeni bir çözüm süreci" dayatması, anayasanın ilk maddelerinin değiştirilmesi talepleri ve "Türk" tanımının yeniden ele alınması önerileri... Peki, bu tartışmaları doğru bir zemine oturtmak için ne kadar geriye gitmemiz gerekiyor Mesele, basit bir iç politik çekişme mi, yoksa ulus-devletlerin geleceğini hedef alan küresel bir stratejinin parçası mı
YURTTAŞLIK BAĞIBu soruların yanıtı, imparatorlukların yıkılıp ulusdevletlerin kurulduğu o sancılı dönemin kodlarında saklıdır. Unutulmamalıdır ki Türkiye Cumhuriyeti, bir imparatorluğun küllerinden, o imparatorluğu yıkan en büyük zehir olan etnik milliyetçiliğin "panzehirini" bularak doğmuştur. Kurucu irade, Osmanlı'yı Balkanlar'dan Ortadoğu'ya parçalayan etnik ve dini temelli ayrılıkçılığın tuzağına düşmemek için bilinçli ve stratejik bir yol çizmiştir: Sivil milliyetçilik.
Mustafa Kemal Atatürk'ün o veciz ifadesi, "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir" bir ırkın veya etnik kökenin değil, bir kader birliğinin, bir siyasi projenin manifestosudur. Tıpkı Fransa'da yaşayan herkesin etnik kökenine bakılmaksızın "Fransız" olarak anılması veya Alman Anayasası'nın "Alman milleti" üzerine kurulu olması gibi, Türkiye de milleti, "yurttaşlık bağı" üzerine inşa etmiştir.
1924, 1961 ve 1982 anayasalarında kesintisiz bir şekilde devam eden "Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür" ilkesi, bu felsefenin hukuki mührüdür. "Türk" kelimesi burada, devletin kurucu ve hâkim unsurunun adını taşıyan, ancak tüm farklılıkları bu siyasi çatı altında birleştiren kapsayıcı bir üst kimliktir. Amaç, kan bağı değil, ortak yaşama iradesidir; Ernest Renan'ın deyişiyle, "her gün tekrarlanan bir plebisit"tir.
KİMLİK SİYASETİ VE JEOPOLİTİK SİLAHPeki, bu sağlam ve kapsayıcı temel neden bugün sarsılmak isteniyor
ünkü etnik kimlikler ve farklılıklar, modern çağın en tehlikeli jeopolitik silahlarından birine dönüşmüştür. Rakip devletleri zayıflatmak, istikrarsızlaştırmak ve nihayetinde parçalamak isteyen güçler ve onların ardındaki küresel finans elitleri için bir ülkenin içindeki etnik fay hatları, en verimli operasyon alanlarıdır. Strateji basittir ama son derece yıkıcıdır:
1. Hoşnutsuzluğu körükleme: Hedef ülkedeki mevcut sosyal veya ekonomik sorunları etnik bir "ezilmişlik" anlatısına dönüştürülür. Yoğun propaganda ve dezenformasyon yoluyla, devlet ile belirli bir toplumsal grup arasında derin ve onarılamaz bir düşmanlık algısı yaratılır.
2. Vekiller yaratma: Bu anlatıyla mobilize edilen gruplar finanse edilir, eğitilir, silahlandırılır ve kendi stratejik hedefleri için birer "vekile" dönüştürülür. Bu, hibrit savaşın ta kendisidir.