Türkiye'de demokratik mücadele - Hamza KİE

Türkiye, demokrasiyle yoğrulmuş köklü geçmişini siyasi gölgeler altında kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Demokrasinin temeli olan anayasa, ülkedeki çalkantılarda sadece sarsılmakla kalmayıp neredeyse tamamen çatlamış durumdadır. Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı, bir devlet için kritik öneme sahipken bu kavramlar Türkiye'de kaotik bir mücadeleye dönüştürülmüş durumdadır.

Ülkede yaşanan sivil darbe, sadece siyasete değil demokrasinin özüne yapılan bir ihanet olarak öne çıkıyor. Anayasa Mahkemesi kararlarının çiğnenmesi, hukukun göz ardı edilmesi, demokrasiye karşı isyanın belirtileridir. Demokrasi, hukuk devleti olmanın özüdür. Türkiye, bu siyasi krizde, yerleşik demokratik değerleriyle çatıştırılıyor.

Özgürlükler, demokrasinin temel taşlarıdır. Ancak, Türkiye'de bu taşlar giderek aşındırılıyor, halkın özgür iradesi kısıtlanıyor. Basın, düşünce ve ifade özgürlüğü, birer gölgeye dönüştürülerek halkın sesi gasp ediliyor. Bir ülkenin gelişimi, ifade özgürlüğünün serbestçe yaşandığı bir ortamda mümkündür. Ancak, Türkiye'de bu ortam giderek zayıflıyor.

Atatürk'ün çağdaş Türkiye'si adeta bir hüzün perdesi altında kayboluyor. Cumhuriyetin temelleri sarsılıyor, modern Türkiye'nin ilkeleri unutuluyor. Türkiye'nin yerleşik demokratik değerleri, iç ve dış politikalarla çatışırken ülke kendi karanlığına gömülüyor.

HUKUK VE ÖZGÜRLÜKLER

Belirtilen sorunlar sadece demokratik bir kriz değil, aynı zamanda insan haklarına ve hukuka yapılmış birer saldırıdır. Türkiye, kendi iç çıkmazlarında dolaşırken geleceğini kendi elleriyle tehlikeye atıyor. Bu zorlu dönemde demokrasiye, hukuka ve özgürlüklere sahip çıkmak bir seçenek değil, bir sorumluluktur.

Türkiye'nin içinde bulunduğu krizden nasıl çıkacağı sadece bir tek adamın değil, tüm halkın iradesine bağlıdır. Demokratik değerleri savunmak bir ülkenin aydınlık yarınlara yürümesinin anahtarıdır. Unutulmamalıdır ki demokrasi bir milletin birlikte yazdığı destansı bir öyküdür ve bu öykünün kahramanları sadece seçilmiş olanlar değil, her bir bireydir.

Daha geniş çaplı olmasına rağmen üzerinde durulan kriz, demokrasiye yönelik meydan okumaların yalnızca birer güncel yansımasıdır. Ancak, bu meydan okumaların altında yatan gerçek, sadece siyasi bir otoritenin saplantılı tutumları değil, aynı zamanda halkın da demokratik değerlere olan bağlılığının bir sınavıdır.

Anayasal düzenin teminatı olan "anayasalar", sadece bir hukuki metin değil, aynı zamanda toplumların bir arada var olma iradesinin yansımasıdır. Ancak, günümüz Türkiye'sinde bu irade karanlığın gölgesinde bir çırpınışa dönüşmüş durumdadır. Anayasa Mahkemesi kararlarını reddediş demokrasinin temel direklerinden olan hukukun zayıflamasına ve çürümesine yol açmaktadır.

Bu yozlaşma, demokrasiye karşı yapılan bir darbedir. Demokrasiyi içeriden kemiren bir zihniyetin ürünüdür. Türkiye, demokrasiye müdahalelerle yaralanmış bir ülke olarak bugünkü kara sayfayı mücadele belleğine yazmak zorundadır. Halkın iradesinin, seçilmiş temsilcilerin yetkilerinin budandığı, demokrasi dışı uygulamalara dönüşen bu duruma karşı durma iradesini "kurtuluş savaşı" olarak görmek kaçınılmazdır.

Özgürlüklerin kısıtlanması, demokrasinin nefes almasını engelleyen bir prangadır. Türkiye'de basın özgürlüğünün kısıtlanması, düşünce ve ifade özgürlüğüne getirilen sınırlamalar toplumun nefesini kesen kısıtlamalara dönüşmüştür. Bu prangalar kırılmadan demokratik bir toplumun yeşermesi mümkün değildir.

Türkiye, uygar milletler içindeki konumu; demokratik değerleri benimseyen hukuka saygılı bir ülke olarak güçlenmişken bu değerlerin çürüdüğü ve göz ardı edildiği bir süreçte uluslararası ortamda da zayıflatılmaktadır. Bir ülkenin gücü, sadece ekonomik başarılarla değil, demokratik değerlere olan bağlılıklarıyla da ölçülür. Türkiye, çağdaşlıktan uzaklaştırılarak uluslararası alanda yalnızlaştırılmaktadır.