Türkiye, demokrasi ve hukuk devletinin krizinde - Gülseren Delibaş

Türkiye; son dönemde özellikle muhalefet partilerine, sivil topluma ve özgür medyaya yönelik artan baskılarla uluslararası alanda dikkatleri üzerine çekiyor. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) kontrolündeki belediyelere yönelik operasyonlar, tutuklamalar ve yargı süreçlerindeki şeffaflık eksikliği iddiaları, ülkedeki hukuk devleti ve demokrasi anlayışının geldiği noktayı sorgulatıyor. Bu gelişmeler, yalnızca siyasi arenada değil, toplumun genelinde de derin bir endişe ve kutuplaşmaya yol açıyor.

YARGININ ARAÇSALLAŞTIRILMASI

Yakın geçmişte yaşanan birçok olay, CHP'li belediye başkanları ve çalışanlarına yönelik sistematik bir hedef gösterme politikasının yürütüldüğü iddialarını güçlendiriyor. Örneğin, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne yönelik "terör örgütleriyle iltisaklı kişiler istihdam edildiği" iddiasıyla başlatılan soruşturmalar ve buna bağlı yapılan gözaltılar, kamuoyunda geniş yankı uyandırdı. Benzer şekilde, bazı CHP'li belediye başkanlarının "ihaleye fesat karıştırma" veya "görevi kötüye kullanma" gibi suçlamalarla tutuklanmaları, yargı süreçlerinin siyasi motivasyonlarla ilerlediği kuşkularını artırdı.

Uluslararası İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Avrupa Konseyi gibi kuruluşlar, Türkiye'deki yargı bağımsızlığına ilişkin raporlarında bu tür davaları sıkça ele alarak, muhaliflerin susturulması amacıyla yargının kullanıldığına dair endişelerini dile getirdiler.

Bu davalarda, genellikle somut ve ikna edici deliller yerine, iddialar üzerine kurulu soruşturmaların hızla tutuklamalara dönüştüğü gözlemleniyor. Yargılama süreçlerinin uzaması ve tutukluluk hallerinin devam etmesi, sanıkların savunma haklarının kısıtlandığı ve peşinen suçlu ilan edildikleri algısını pekiştiriyor. Hukuk çevreleri, anayasada güvence altına alınan masumiyet karinesi ve adil yargılanma hakkının bu tür süreçlerde göz ardı edildiğine dikkat çekiyor.

HALKIN HABER ALMA HAKKININ ENGELLENMESİ

Demokratik bir toplumun olmazsa olmazlarından biri olan medya özgürlüğü, Türkiye'de giderek daha fazla kısıtlamayla karşı karşıya. Özellikle muhalif yayın organları, yoğun bir baskı altında. Halk TV ve Sözcü TV gibi kanalların yayınlarının kesilmesi veya karartılması kararları, halkın gerçeklere ulaşmasını engellemeye yönelik ciddi adımlar olarak yorumlanıyor. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu tarafından muhalif kanallara verilen ağır para cezaları ve yayın yasakları, bu kanalların mali sürdürülebilirliğini tehdit etmekle kalmıyor, aynı zamanda eleştirel seslerin kamusal alandan tamamen silinmesi riskini de beraberinde getiriyor.

Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün yıllık raporları, Türkiye'nin medya özgürlüğü sıralamasında her geçen yıl daha alt sıralara düştüğünü ortaya koyuyor. Bu raporlar, gazetecilerin keyfi tutuklanmaları, sansür uygulamaları ve medya kuruluşları üzerindeki siyasi baskıları detaylandırarak uluslararası kamuoyunu bilgilendiriyor. Halkın farklı bakış açılarına ulaşamaması, dezenformasyonun artmasına ve toplumsal kutuplaşmanın daha da derinleşmesine zemin hazırlıyor. İnternet medyası üzerindeki baskılar ve erişim engellemeleri de vatandaşların haber ve bilgiye özgürce erişimini kısıtlayan bir diğer önemli faktör.

DEMOKRASİNİN TEMELLERİNİN SARSILMASI

Mahalli idareler, demokratik sistemin işleyişinde önemli bir rol oynar. Yerel yönetimlerin halkın iradesiyle seçilmesi ve özerk bir şekilde faaliyet göstermesi, çoğulculuğun ve katılımcılığın sağlanması açısından yaşamsal öneme sahiptir. CHP'li belediyelere yönelik operasyonlar, doğrudan bu özerkliğe bir müdahale olarak algılanıyor. Bu tür müdahaleler, yerel yönetimlerin hizmet üretme kapasitesini zayıflatmakla kalmıyor, aynı zamanda halkın seçtiği temsilcilere olan güveni de sarsıyor.

Demokratik süreçlerde muhalefetin susturulması ve yerel yönetimlerin işlevsizleştirilmeye çalışılması, temsili demokrasinin temel ilkelerine aykırıdır. Bu durum, Türkiye'nin demokratik olgunluğuna ilişkin uluslararası eleştirileri artırıyor ve ülkenin Avrupa Birliği üyelik sürecini olumsuz etkiliyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, Türkiye'deki yargı ve ifade özgürlüğü ihlallerini sıkça gündeme getirerek ülkenin uluslararası hukuka uyumunda yaşadığı sorunlara işaret ediyor.