Türk vatandaşlığı tanımı - Prof. Dr. Hikmet Sami Türk

Son zamanlarda siyasi liderlerin yaptıkları konuşmalarda Türk milletini oluşturan etnik gruplardan söz etmeleri dikkat çekicidir. Bunların başında son konuşmalarında sık sık üç etnik grubu adlarıyla belirten Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan gelmektedir. Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan, 26 Ağustos 2025 günü Malazgirt Zaferi'nin 954. Yıldönümü Kutlama Programı'nda yaptığı konuşmada "Türkler, Araplar, Kürtler olarak bu coğrafyada kıyamete kadar yan yana yaşayacağız" dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın neden "Türk milleti" ya da eşanlamlı olarak "Türkler" yerine onu oluşturan etnik gruplardan sadece üçünün "kıyamete kadar" birlikte yaşayacağını belirtme gereğini duyduğunu ancak kendisi bilir. Fakat bu konuşmanın anayasamızın 104. maddesinin II. fıkrasına göre "Devlet başkanı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyeti'ni ve Türk milletinin birliğini temsil" eden cumhurbaşkanının konumu ile bağdaşmadığı açıktır.

Aynı gün Afyonkarahisar'da katıldığı zafer yürüyüşünde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu konuşmalarını eleştiren, ülkede tartışılmaz çatının Cumhuriyet olduğunu belirten CHP Genel Başkanı Özgür Özel'e göre; "Onun taşıyıcı kolonu da Türkiye'de Türkün de, Kürt'ün de, Arap'ın da, Laz'ın da, erkezin de, Pomak'ın da, göçmenlerin de herkesin bu Cumhuriyete sadakatle ve eşit vatandaşlık bağıyla bağlı olmasıdır."

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Dayanışma Komisyonu kurulması, Türkiye Cumhuriyeti anayasasının "Türk vatandaşlığı" ile ilgili 66. maddesinin tartışmaya açılmasına neden oldu. 66. madde, kapsamı itibarıyla yetersiz bulunuyor.

Bu görüşü savunanların başında eski ulaştırma, denizcilik ve haberleşme bakanı, Türkiye'nin cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçmeden önceki 27. ve son başbakanı, 28. TBMM başkanı ve halen Türk Devletleri Teşkilatı Aksakallılar Heyeti Başkanı Binali Yıldırım bulunuyor. Yıldırım'ın 29 Ağustos 2025 günü farklı bir etnik sıralama ile açıkladığı görüşü şöyle: "Bu topraklar, bin yıldır Kürt, Türk, Süryani, erkez ve diğer etnik unsurlarla aynı kaderi paylaştı, aynı toprağa düştük, aynı bayrağın altında yaşadık, bugün de birlikteliği geleceğe taşımakla sorumluyuz. Hepimiz vatandaşlık bakımından eşit haklara sahibiz. Bu nedenle vatandaşlık tanımının kapsayıcı bir şekilde gözden geçirilmesi, güncellenmesi, bütün unsurları kucaklaması önemli bir adım olacaktır."

OSMANLI'DAN TÜRKİYE'YE VATANDAŞLIK KAVRAMI

okuluslu Osmanlı Devleti'nden ulus devlet niteliğindeki Türkiye Devleti'ne kadar Türk hukukunda vatandaşlık kavramı, ırk veya din temeline dayandırılmamıştır.

1876'da ilan edilen ilk yazılı anayasamız Kanun-i Esasi'de yapılan Osmanlı vatandaşlığı tanımı -günümüz Türkçesiyle- şöyledir: "Osmanlı uyrukluğunda bulunan bireylerin tümüne hangi din ve mezhepten olursa olsunlar, istisnasız Osmanlı denir..." (m. 8).

29 Ekim 1923'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce Cumhuriyet ilan edildikten sonra kabul edilen 1924 Teşkilat-i Esasiye Kanunu'nda verilen vatandaşlık tanımı şöyledir: "Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibarıyla (Türk) ıtlak olunur." (m. 88/I).

Bu tanım, 1945 Türkçeleştirmesiyle kabul edilen anayasada şöyle ifade edilmiştir: "Türkiye'de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese 'Türk' denir." (m. 88/I).

1961 Türkiye Cumhuriyeti anayasası, "Vatandaşlık" kenar başlığı altında şu yalın tanımı getirmiştir: "Türk devletine vatandaşlık bağı bağlı olan herkes Türktür" (m. 54/I).

1982 Türkiye Cumhuriyeti anayasası da "Türk vatandaşlığı" kenar başlığı altında aynı tanıma yer vermiştir (m. 66/I).

Günümüzde yürürlükte olan anayasal tanım budur. Bu tanım, hiçbir etnik veya dini öğe içermeksizin Türkiye Devleti'ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkesi kucaklayan ortak veya üst kimliği ifade etmektedir. Anılan maddede Türk milletinin adı yerine onu oluşturan bütün etnik grupları sıralamak olanağı yoktur. Bizde olduğu gibi başka devletlerin anayasalarında da milleti oluşturan etnik gruplardan başat konumda olanın, devleti kuranın adı kullanılmıştır. Dolayısıyla bizdeki vatandaşlık tanımı, tarihi bir gelişme sonucunda ortaya çıkmasının yanında, uluslararası yerleşmiş uygulamaya da uygundur.