Toplumsal yapılar da tıpkı fiziksel sistemler gibi, belirli bir düzen içerisinde varlıklarını sürdürmek durumundadır. Onlar da enerjiyi dönüştürerek çalışır ve tabiri caizse hayatta kalır. Bilindiği üzere doğadaki en üstün yasalardan biri de enerjinin korunumu yasasıdır.
Bu yasanın toplumsal alanda karşılığı da vardır. Doğadaki (geçerli) yapısına benzer olarak toplumlar için de korunum yasası, değerlerin, ilkelerin ve kurumların sürekliliğiyle sağlanır. Böylelikle değerler ve kurumlar korunur. Ancak tıpkı evrendeki her sistemin entropiye yani düzensizliğe doğru eğilim göstermesi gibi, sosyal sistemler de zamanla bozunuma uğrayarak içten çürür; sadakatin liyakati ezdiği, bilginin yerini biatin aldığı, kamu hizmetinin yerini çıkar hesaplarının doldurduğu bir yapıya evrilir. İşte bu gelinen durum tam anlamıyla sosyal entropidir.
KURUMSAL ÜRÜMEBir kurumun yapısı, tıpkı termodinamikteki kapalı bir sistem gibi düşünülebilir ve değerlendirilebilir. İçerisindeki enerji (bilgi, tecrübe, ahlak vd.) doğru dolaşır ve verimli kullanılırsa sistem düzenli çalışır. Ancak gereksiz enerji birikmesi, tıkanma veya düzensiz yayılım olursa sistem ısınır, gerilir ve sonunda negatif anlamda çözülmeye başlar.
Liyakat, enerjinin rasyonel ve verimli dağılımıdır. Sadakat ise enerji akışını bilgiye değil itaate yönlendiren bir sapmadır. Kayırmacılık ve klikleşme, sistemde kapalı devreler yaratarak enerjiyi hapseder ve onu faydasız hale dönüştürür, bunun sonucunda da üretimden daha ziyade tüketim artacaktır. Bu özelliklerin etkin olduğu kamu ve diğer kurumlar ise yüksek entropili bir yapıya dönüşerek bilgi yerine bağlılık, üretkenlik yerine aidiyet sorgusu, görev yerine bağlılık testi öne çıkacaktır. Sonuçta bu durum sistemi işlevsiz kılacaktır.
DÜŞÜK YOĞUNLUKLU KARGAŞAEntropi bir sistemin düzensizliğinin ölçüsüdür. Toplumlar için bu kavram belirsizlik, adaletsizlik, güvensizlik ve keyfiyet demektir. Günümüzde kamu veya özel kurumlarının bazılarında görev tanımları bulanıklaştırılmış, yetki-sorumluluk dengesi bozulmuş, denetim mekanizmaları işlevsizleşmiş, "Kim daha uygun" değil, "Kim bizden" sorusu ön plana çıkmıştır. Bu durum sosyal dokuda mikro kargaşa yaratmaktadır. Her birey kendi küçük sistemini kurmaya çalışmakta, ortak akıl ve adalet anlayışı kaybolmaktadır. Bununla birlikte herkesin kendi çevresiyle sınırlı "mikro düzenleri" oluşmakta ve genel yapı çöküşe geçmektedir.
EKONOMİK YIKIMEkonomideki istikrarsızlık, yalnızca makro verilere bağlanamaz. Kamu kaynaklarının verimsiz dağılımı, liyakatsiz kadroların yaptığı yanlış planlamalar (ve eylemler) ve yönetimsel israf, aslında bir anlamda sistemin enerji kaybıdır. Bu bağlamda israf edilen her kaynak, diğer yandan (aslında) sistemin entropisini artırmaktadır.
Yolsuzluk ise sistemden kaçan enerjidir. Biatle gelen yönetici, genellikle sistemi soğurmaz, düzenlemez tam tersine şişirerek krizlerin zeminini hazırlar ve onların doğmasına neden olur. Bu noktada kurumlar artık hizmet üretemez yalnızca görünürlük üretir hale gelir. Reklamlar artar, içerik ve kalite azalır. Enerji harcanır ama faydalı iş yapılmaz.
FELSEFİ PERSPEKTİFPlaton, "Devlet" adlı eserinde yöneten sınıfın bilge olması gerektiğini savunur. Ona göre adalet, herkesin kendi işini en iyi yaptığı düzendir. Bugünse "kendi işini iyi yapanlar" değil, "kimin adamı olduğu belli olanlar" makbul sayılmaktadır. Bu anlayış adaletin enerjisini tüketmektedir.
Liyakat yalnızca teknik beceri değil ahlaki bir duruştur. Bilgiyle sorumluluk almak, hesap verebilir olmak ve kurumu kendinden büyük görmek esastır. Sadakat ise ahlakı değil aidiyeti yüceltmektir. Sadakatin merkeze alındığı bir yapı, Nietzsche'nin deyimiyle "sürü ahlakının" egemen olduğu düzeye düşmektedir. Burada özgür düşünce, yaratıcılık ve eleştiri değil, uyum, sessizlik ve sadakat ödüllendirilir. Bu da felsefi açıdan insanın küçültülmesidir.