Olaylar ve Görüşler - Ülkü Sarıtaş
Soruya yanıt vermeden önce nasıl bir kentte yaşamak istiyorumun cevabını verelim. Hepimizin hafızalarında doğduğumuz, büyüdüğümüz ve bir zamanlar yaşadığımız kentlerin siluetleri vardır, çoğu kez özlemle bahsettiğimiz... Sokaklar, mekânlar, sesler, kokular, renklerdir bunlar, bir kentin dokusunu oluşturan. En çok da özlemini çektiğimiz 2-3 katlı bahçeli evler; devasa ağaçların gölgesinde caddeler, sokaklar; nice çocuğun sınıflarında ve koridorlarında nefes alıp verdiği eski ama eskimemiş okullar; birbirinin varından yoğundan haberi olan, sevinçte tasada birleşen komşular, kadim dostlar; arkadaşlıklar askerden, okuldan veya mahalleden, yıllar geçse de unutulmayan.
Şimdilerde belediyeler kentlerde bir sokağa bir caddeye veya boş bir alana o kentin mimari dokusunu yansıtan bir ev maketi yaparak kanımca nostalji yapmak ve yaşatmak istiyorlar. Oysa kentin mimari dokusunu yaşatmak en güzeli değil mi o kenti açık hava müzesine dönüştürmek. Tam da o kentin yerel yöneticisi belediye başkanının asli görevi.
Kentlerimizin mimari dokusunu koruyarak, kuşkusuz onları afetlere karşı güçlendirerek ya da olmuyorsa mimari dokuya uygun yenisini yaparak kentleşme çevremden duyduğum ve benim de özlemini çektiğim olgu. Ancak gerçek yaşam böyle değil ne yazık ki. En küçük kasabamızdan en büyük kentlerimize kadar hepsi birbirinin kopyası, üst üste konulmuş kibrit kutularını andırır, birçoğu imar planlarına aykırı ve ilk depremde yıkılma tehlikesi olan apartmanlarla dolu. Hiçbir kentimizin mimari kimliği yok.
Özgün kent mobilyası yok. Kentlerin içinden geçen akarsuların üzeri betonla kapatılmış, oysa Avrupa'da içinden nehir, ırmak veya dere geçmeyen kent yok gibi. Bütün bunların sorumlusu kim Kuşkusuz tek bir kişiyi günah keçisi ilan etmek haksızlık olur. Ama belediye başkanları yereli bilmesi gereken en önemli kişi olmaları nedeniyle baş sorumlusu bu ucube kentleşmenin. Sonrasında merkezi yönetim, mimarlar, mühendisler ve tabii ki toplum.