Bu yazıda ülkenin içerisinde bulunduğu "Ortaçağ - Ortadoğu karanlığı"nın nedenlerine dair tespit yapmaktan ziyade çözüm çabasındaki bir eksikliğe değineceğiz. ünkü çoğunlukla tespit yapıyoruz, çözümü konuşmaktan kaçınıyoruz. "Geçmişte olanı/yapılanı" esas alan tespit yapmak kolay ve popülerken, "geleceğe yönelik olanı/yapılması gerekeni" esas alan çözüm önermek ise; entelektüel birikim, düşünme sistematiği, analiz kabiliyeti vb. çabalar ile cesaret isteyen, mevcut ortamda "riskli" bir eylemdir. Ancak en kısa sürede "sonuca giden" çözümü belirlemez ve devamında uygulamaya yönelik somut adımlar atmazsak, birkaç yıla kadar üzerine çözüm üretmemiz gereken bir ülkemiz olmayacağı da bir gerçekliktir.
Bu arada "Zaten siyasi partiler var, yeni bir parti ve/veya çözüm aramaya gerek var mı" şeklinde bir soru akla gelebilir. Yeni bir partiye gerek yok ancak çözüm aramaya gerek var. ünkü sistem içindeki siyasal partiler, ülkenin içinde bulunduğu durumdan rahatsız olan toplumun çoğunluğunu çeşitli nedenlerle bir araya getiremediğinden, ülkeyi bu duruma getirmesine rağmen iktidarın, iktidar blokunun uzun yıllardır hükümeti oluşturduğunu olduğunu ve son anketlerde dahi birleşik puanlarını koruduğunu görmekteyiz. Aynı zamanda bahse konu anketlere göre ülkenin en büyük partisi "kararsızlar partisi"dir.
ÖRGÜTLÜ TOPLUM VE 'BİTARAF' OLANHerhangi bir siyasi görüşten bağımsız olarak çözümün olmazsa olmaz temel koşulunun "örgütlü toplum" olduğu, geldiğimiz nokta itibariyle anlaşılmıştır. Örgütlü toplumun nasıl oluşturulacağına dair çabaların bir araya getirileceği lokomotifte; hali hazırda çaba içerisinde olan kesimle birlikte yer aldığı takdirde etkileşim yaratacağını değerlendirdiğim, ama halihazırda kendilerini "sisin arkasında görünmez kılmış" ve böylece gözlerden uzakta kalmayı başarmış bir kesime ilişkin görüşlerimi paylaşmak istiyorum.
Bu kesim; ülkenin içinde bulunduğu duruma ve geleceğine yönelik "farkındalık" seviyesi yüksek olmakla birlikte herhangi bir siyasi oluşumda yer almayan, siyasi görüşünden bağımsız olarak "bitaraf" ve/veya "ürkek muhalif" olarak tanımlanabilecek, hem sayısal açıdan hem de sahip olduğu nitelikler (devletin sağladığı olanaklar sonucunda yüksek seviyeli bürokrat olmuş, ekonomik açıdan ortanın üstü gelir grubunda yer almış, mürekkep yalamış, görmüş geçirmiş, çocukları kendi yaşamlarını kurabilmiş, hali hazırda sağlığı yerinde olan vb.) açısından örgütlü toplum oluşturma çabasına kayda değer bir katkı sunma potansiyeline sahip kesimdir.
DEVLETİN SONURivayet olunur ki Osmanlı'nın gücünün zirvesinde olduğu dönemde, Kanuni Sultan Süleyman devletin bu gücünün nasıl devam ettirilebileceğini sorgulamaya başlar ve "Ne olursa/yapılırsa devlet çöker" sorusunun yanıtını bulmaya odaklanır. Nitekim ünlü müderris Yahya Efendi'ye, kendi el yazısıyla sorusunu yazarak gönderir ve Yahya Efendi de yazılı olarak yanıtını verir: "Neme lâzım (Bana ne) be Sultanım!". Bu yanıta bir anlam veremeyen ve sinirlenen padişah, kendisi Yahya Efendi'nin yanına gider ve sitemli bir şekilde sorusunu tekrar sorar. Yahya Efendi "Sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz etmiştim." der. Padişah "Bu yanıttan bir şey anlamadım. Sanki 'beni böyle işlere karıştırma' türünden bir anlam çıkarıyorum." der. Bunun üzerine Yahya Efendi yanıtının açıklamasını yapar: "Sultanım! Aradığın yanıt oydu. Bir yerde zulüm yayılırsa, haksızlıklar ayyuka çıkarsa, koyunları kurtlar değil çobanlar yerse, fakirlerin, yoksulların, kimsesizlerin feryadı göklere yükselirse, bunları da taşlardan başka kimse işitmez, görüp işitenler, bilenler ise bunu dillendirmeyip susarsa, herkes yalnızca 'ben' derse, 'Neme lâzım' derse devletin sonu gelir..."