Kemal Kılıçdaroğlu - Ahlaksızlığın kurumsallaşması - 2

"Ahlaksızlığın kurumsallaşması" başlıklı yazımdan sonra bir avukat arkadaşımdan şu mesajı aldım. "Maalesef artık insanımız kendisini savunacak bir avukat seçerken 'Bu avukat kanunlara hâkim midir, bilgili midir' diye bakmıyor. 'Hangi avukatın eli kolu uzun, hangi avukat rüşvet dağıtabilir, Yargıtay'da iş çözebilir, hangisinin iktidarla arası iyi' gibi adalet kavramının yakınından bile geçmeyen özellikler arıyor ve buna göre bir avukat tutmak istiyor. Demem o ki maalesef bizim mesleğimiz de iktidarın bu ahlaki çöküntüsünden nasibini fazlasıyla aldı."

Doğrudur, neredeyse bu ahlaki çöküntüden nasibini almayan kurum kalmadı. Ahlak konusunda topluma öncülük etmesi gereken yöneticiler, toplumu besleyen ve diri tutan tüm ahlaki değerlerimizi planlı ve programlı bir şekilde yozlaştırdılar. Bir kez daha ifade edeyim, "planlı ve programlı" bir şekilde yozlaştırdılar ve yozlaştırmaya da devam ediyorlar. Öyle ki ahlaksızlığı kişisel ikballeri üzerinden meşrulaştırıp devlet katında kurumlaştırdılar. Ve sonuç: Bugün rüşvet alanlar, yolsuzluk yapanlar, yasadışı gelir elde edenler, uyuşturucu baronları ve her türlü ahlaksızlığı yapanlar, toplumun önemli bir bölümünde ve iktidar katında itibar görür hale geldi.

AHLAK VE HAVUZ MEDYASI

Geldiğimiz noktada Saray'da itibar görenler için artık hiçbir şey yasadışı değil, çünkü bunlar için ortada yasa diye bir şey bırakılmadı. O kadar ki önce devlet yöneticileriyle temel atıp sonra "Yahu temel attık ama temelini attığımız yatırımın ihalesini yapmamışız" deyip göstermelik ihale ile aynı müteahhide işi verenler için ahlak da yoktur, yasa da yoktur. Çünkü devleti soymada artık geçerli olan ahlaksız çıkar birliğidir. Yani taşlar bağlanıp, köpekler serbest kalınca devleti tokatlamak, devlet malına çökmek, kanunsuz iş yapmak, karapara aklamak sıradanlaştı. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti, buyrukla idare edilen, üçüncü dünya ülkesine dönüştürüldü. (Bu yasadışı ihalede cesaretle muhalefet şerhi yazan bürokratı kutlamak isterim)

Devletin daha kolay soyulması ve kamu kaynaklarının rahatça talanı için, bürokraside liyakat sonlandırıldı. Saray'a yani tek adama sadakat geçer akçe oldu. Devlette; siyaset ve bürokrasi arasındaki dengeyi sağlayan müsteşarlık makamı kaldırıldı. Saray bürokrasisi, bakanlık ve taşra bürokrasisinin yerine geçti. Saray idaresinde "Devletin malı deniz, yemeyen domuz" anlayışı hâkim kılındı. Böylece tek kişilik yürütme organı, ahlaksızlığın kurumsallaşmasında öncülüğü yaptı... Devlet yönetiminde ahlaksızlığın kurumsallaşmasına meşruiyet kazandırma rolü de "havuz medyası"na ve onun bazı yazarlarına verildi. Bakınız Yeni Şafak yazarlarından bir ilahiyatçı (Hayrettin Karaman) "Kötüyü Ayıklamak" başlığıyla çıkan yazısında ne diyor: (14 Haziran 2019) "... ahlak, liyakat, adalet, hakkaniyet bakımından arızalar, eksikler, çürüklükler oluyor, iyi niyetli bazı insanlar da... Doğrucu Davutluk adına olur olmaz zamanlarda biraz da abartarak ve genelleme yaparak şikâyetlerini yayıyorlar.

Dostlar; Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak, akla ve hikmete uymaz. Savaş sırasında adi suçluların cezası infaz edilmez ve biz zalimlerle savaş halindeyiz. Doğrucu Davutluk adına düşmana fırsat vermek ve bindiğimiz dalı kesmek de makul ve meşrudur diyemem!"

Evet, Yeni Şafak'ta böyle diyor bu ilahiyatçı... Sözde ahlakı en iyi bilmesi ve öğretmesi gereken kişi... Bu ne demektir "Her türlü ahlaksızlığı görmezden gelin, devleti soyanların bir bildiği, ahlaksızlığın da bir hikmeti vardır" anlayışını toplumun hafızasına yerleştirmek demektir. Yani ahlaksızlığa rıza üretmeye çalışmaktır. Ne adına, kim için Yanıtı biliniyor, din adına, Saray için...

Akif Beki'nin dediği gibi bunlar, "İktidar mücadelesini din mücadelesi, siyasi rakibi din düşmanı, muhalefeti zulüm ordusu, seçimi de din savaşı gibi..." görüyorlar. Bu anlayışta ahlakın zerresi var mı Yok, çünkü onlar ahlakın en büyük değer olduğunu çoktan unuttular, ahlaksızlığı erdem olarak topluma sunmaya başladılar.

YASAMA ORGANI VE AHLAK

Oysa "tasavvuf çerçevesinde gelişen Türk ahlakı; barış, sevgi, dostluk, dayanışma, düşküne acıma, fedakârlık ve doğruluk duygularını Anadolu'da kökleştirmiştir. Yunus Emre, Mevlana ve Hacı Bektaş Veli bu ilkeleri sergileyen düşünürlerden bazılarıdır." (Ahlak Tarihinde Görüşler - Prof. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu) Şimdi bu köklerden toplum planlı ve programlı bir şekilde koparılmaktadır.

Sabri Ülgener Hocamız Zihniyet ve Din İslam Tasavvuf ve Çözülme Devri İktisat Ahlakı'nda şöyle der: "İslam, ortalama bir Müslüman gözüyle, şekil ve ibadet düzeyinden ahlak ve davranış katına yeterince nüfuz etmiş değildir." Peki, neden "nüfuz etmiş değildir" Bu olumsuz tablonun ana sorumlusu kimdir Bana göre siyasiler ve onların temsil ettiği yasama organıdır.

Yasama organının devleti soyanların aklandığı bir yapıya dönüşmesi, hem siyasete hem de siyaset yapan politikacılara duyulması gereken güveni temelden sarsmıştır. Günümüzde ahlaklı davranıp topluma örnek olması gereken bu kişiler, ahlaksızlıkları ve yalanlarıyla topluma örnek oluyorlar. O kadar ki yaptıkları yolsuzlukların boyutu ölçüsünde toplumun belli bir kesiminden alkış alıyor, itibar görüyorlar. Oysa ahlaklı olmanın insana, doğaya sorumluluğu da beraberinde getirdiğini unutmamak gerekiyor.

Afet İnan'ın dediği gibi "Ahlak mukaddestir; çünkü aynı kıymette eşi yoktur ve başka hiçbir nevi kıymetle ölçülemez." (Medeni Bilgiler)

Öte yandan TBMM adına kamu harcamalarını denetleyen Sayıştay'ın işlevsiz hale getirilmesi, denetçi raporlarının yöneticilerce sansürlenmesi; ahlaksızlığın önce sıradanlaşmasına, sonra normalleşmesine ve daha sonra da kurumsallaşmasına yol açmıştır. Sayıştay o kadar işlevsiz hale getirilmiştir ki Saray bürokrasisi Sayıştay denetçilerinin sordukları sorulara dahi cevap vermemeyi olağanlaştırmıştır. Çünkü TBMM'yi yöneten zihniyet bunu istemektedir. Bırakın Sayıştay denetçilerinin sorularına yanıt vermeyi, milletvekillerinin sorularına dahi -Anayasanın açık hükmüne rağmen- yanıt vermemeyi Saray güç gösterisi olarak TBMM'nin önüne koymaktadır.