İtaat kültüründen kurtulmak - Burak Ulusal
Toplumda kolaylıkla cinayet işlenebildiği, "erkekliği" ayaklar altına aldığı düşünülen bir söz karşısında şiddete başvurmaktan çekinilmediği, kadını "insan" olarak değil fakat "dövülecek ve öldürülecek bir varlık" olarak gören bir millet haline geldik. En acımasız eleştirilere muhtaç olan bu ilkel yönlerimiz yeni bir şey de değildir; kökeni yüzyıllar öncesine gider ve derinlemesine sorgulanmaya ve eleştirilmeye muhtaçtır. Geçmişten bizlere miras kalan kültürün, bilgisizliğin, ahlak ve fikir yoksunluklarının ve hümanist değerlerden habersizliğin bedelini en ağır biçimde ödedik; hâlâ da ödemekteyiz.
Şayet "hoşgörülü" ve "adaletli" bir devlet olarak tanıtılan Osmanlı İmparatorluğu'nun siyasi tarihinin sayfalarını şöyle bir karıştırırsanız, din adamlarından alınan fetvalarla işlenen öldürümlerle yüz yüze gelirsiniz. Halkın ahlak, kültür ve fikir seviyesini olabildiğince düşük tutmak ve böylece halk yığınlarını düşünemez, sorgulayamaz, insan vicdanını rahatsız eden olaylar karşısında tepki veremez ve iktidarların keyfi uygulamalarına karşı gelemez halde tutmak ve kişinin direnme iç eğilimlerini tamamen ortadan kaldırmak, tarih boyunca asayişi ve devlet güvenliğini sağlamak uğruna şiddete başvurmaktan çekinmeyen iktidarların en iyi yaptığı işlerden biri olmuştur.
Bu anlayış, devlete ve yöneticilere saygı ve güven duymayan, hatta devlete ve nihayet toplumun kendisine düşman, kendi ilkelliğinin ve kötülüğünün bedelini topluma ödeten ve dolayısıyla çağcıl uygarlık değerleriyle alay eden kuşakların yetişmesine neden olmuştur.
ÇÜRÜMÜŞLÜĞÜN ÇARESİAtatürk dönemi hariç olmak üzere geçmiş iktidarların, en başta da Osmanlı'nın bu millete yaptığı en büyük kötülük, bıraktığı en kötü miras, bir yandan bu halkı fikir yoksunlukları içerisinde bırakmak, tutuculuğa ve köhne geleneklere mahkûm etmek ve halkın ahlak ve akıl değerlerini yok etmek, diğer yandan da insan varlığının kutsallığı duygusuna bu milleti yabancılaştırmak olmuştur. İstibdat rejimleri eliyle yüzyıllardır bu toplumun akıl ve ruh sağlığına öylesine yıkıcı etkiler yapılmış, toplumumuz öylesine ezilmiş, benliklerimiz öylesine yok edilmiş ve toplumsal bünyemiz öylesine zayıflatılmıştır ki toplumumuz için hastalanmak ve nihayet çürümek kaçınılmaz olmuştur.
Oysa bu çürümüşlüğe bir çare bulmak istiyorsak, eleştirisini yapmaya cesaret edemediğimiz gelenekleri tartışabilmeli, içinde yetiştiğimiz sosyokültürel ortamı eleştirebilmeli, kimi yönlerimizi yontmayı öğrenmeli, öğrendikçe de ahlaksal ve fikirsel bakımdan olgunlaşmalı, katili cezalandırmayan veya "hafifletici" nedenler bularak cezasını azaltan ve de ilk fırsatta affeden, yani suça ve suçluya hoşgörüyle bakan yönleri mercek altına almalı ve nihayet "hukuk hissi"nin toplumumuz bakımından ne ifade ettiğini kendi kendimize sormalıyız.