Gereği düşünüldü: Davanın reddine... - Av. Dr. Başar Yaltı

İkinci Meşrutiyet öncesi siyasi iklim entelektüel açıdan oldukça gelişmiş bir tartışma ortamına sahne olmuştur. Abdülhamit'in istibdat yönetimi karşısında bunalmış aydınların "özgürlük" isteği yanında, batmakta olduğu artık görünür hale gelen Osmanlı İmparatorluğu'nu kurtarma çareleri, düşünce üretimini oldukça verimli hale getirmiştir.

O dönemde yaşanan tartışmaların bir özeti sayılabilecek Yusuf Akçura'nın "Üç Tarzı Siyaset" (1904) adlı makalesi bu anlamda oldukça önemlidir. Akçura makalesinde, izlenebilecek siyaset tarzlarını olumlu ve olumsuz yönleriyle, Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük olarak belirtir ve son kararı okuyucuya bırakır.

Sonuçta Osmanlı dağılır ve yerine Türkiye Cumhuriyeti kurulur. Cumhuriyet kurulurken Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Osmanlı'nın yıkılışı dönemindeki tartışmalardan yararlanmadığı söylenemez. Elbette Cumhuriyet, Osmanlıcılık ve İslamcılık üzerine kurulmamıştır. Ancak Cumhuriyetin, Anadolu insanına indirgenmiş, ırka dayalı olmayan, ulus ve yurt sevgisine dayalı bir Türkçülükle, Batıcılığın (çağdaş uygarlığın) harmanlanmasından üretilmiş yeni bir kültür temeli üzerinde, laik bir Cumhuriyet olarak inşa edildiği açıktır.

Böyle bir inşa sürecinin temel unsuru ise hiç kuşku yok ki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)'dir. CHP kurtuluştan kuruluşa geçiş sürecinde Cumhuriyetin yapılandırılmasının ana dinamosu olarak görev yapmış ve modern Türkiye'nin temelleri bu sayede atılmıştır.

DÖNÜŞTÜRME PROJESİNDE 'YENİ' ADIM

Yusuf Akçura tarafından dile getirilen Osmanlıcılık ve İslamcılık akımları ise Osmanlı İmparatorluğu dağılmış olmasına karşın Cumhuriyetin antitezi fikirler olarak kendilerini bugüne kadar taşımıştır. Bu akımların temsilcileri modern Türkiye'yi bir türlü içine sindirememiş, 1950'li yıllardan başlayarak Cumhuriyeti peyderpey yıpratmaya çalışarak sonuçta iktidar olmayı başarmıştır. Ülkeyi 22 yıldan beri yöneten bu anlayış, Türk-İslam sentezi çerçevesinde, "yeni Osmanlıcılık" projesiyle Cumhuriyeti dönüştürme cesaretini özellikle 2017 anayasa değişikliğinden sonra kendisinde görerek şimdi, "yeni anayasa" adı altında hayallerine erişmek istemektedir.

Kabaca çizdiğimiz bu tarihsel arka plan unutulur ve mevcut iktidarın zihin yapısı ve hedefleri doğru şekilde deşifre edilmezse, Türkiye'de olup bitenleri anlamak ve önem sırasına koymak olanaklı olamaz.

Biz, daha demokratik ve "sivil" anayasa taleplerinin, iç barışı güçlendirme hedefinin, terörsüz Türkiye sloganlarının tümünün asıl hedefinin Atatürk ve arkadaşları tarafından kurulan modern, laik Cumhuriyet olduğu konusunda bir tereddüt olmadığı kanısındayız. Mevcut anayasa kurallarını ve kendi çıkardıkları yasaları dahi uygulamayanların hukuktan, tek adam yönetimini savunanların demokrasiden, en basit insan haklarını dahi tanımayanların sivil anayasadan bahsetmeleri elbette inandırıcı olmamaktadır. Onların asıl hedefi, akıllarından hiç çıkarmadıkları, şimdilerde "yeni Osmanlıcılık" olarak tanımlanan Osmanlıcılık ve İslamcılıktır.

HEDEFTE CHP VAR

Son dönem tutuklamaları ve yargı üzerinden yürütülen "operasyonun" asıl hedefi ise laik, demokratik Cumhuriyettir. Dolayısıyla bu yolda ayak bağı olanlar bir bir saf dışı bırakılıyor. Direnç noktaları olarak görülen Ekrem İmamoğlu, Selahattin Demirtaş, Can Atalay, belediye başkanları, gazeteciler bu amaçla tutuklanıyor. Toplumsal karşılığı olduğu bilinen bu figürlerin tasfiyesinin mümkün olduğu görüldükçe asıl hedef olan, Cumhuriyetin kurucu partisi CHP'ye sıranın geleceği çok açıktı.

Bu çerçevede kendi çamurunda debelenen bazılarının CHP'ye açtıkları davalarla yeni Osmanlıcıların ekmeğine yağ sürdüklerini kavrayamadıkları anlaşılıyor. Kargaşadan öteye bir sonuç vermeyecek bu davalaşma süreci, üstelik yargının içinde olduğu güven vermeyen hal dikkate alındığında "seni kimseye yar etmem" avamlığından başka bir anlam taşımamaktadır.

Ankara 42. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde (AHM) açılan ve 45 Kasım 2023 tarihinde yapılan 38. olağan kongrede alınan kararların tümünün iptali istenilen dava, bu konuda uzman hukukçuların da belirttiği üzere, iki açıdan yanlıştır:

Siyasi Partiler Kanunu'nun (SPK) 21. maddesine göre seçimler seçim kurullarının gözetiminde yapıldığından seçim kurulunun kararlarının iptali adliye mahkemelerinden istenemez,

Yine SPK, m.121 gereğince her ne kadar TMK ve Dernekler Kanunu hükümlerinin siyasi partiler hakkında da uygulanacağı belirtilmiş ise de madde hükmünde, "... bu kanuna aykırı olmayan hükümleri..." uygulanır dendiğinden Dernekler Kanunu'na göre açılmış davada kongre seçim sonucunun iptali istenemeyecektir. Çünkü seçim kurullarının kararlarına karşı görevli ve yetkili son merci Yüksek Seçim Kurulu'dur. Kongrenin seçim sonuçları seçim kurulları tarafından tescil edildiğinden, asliye hukuk mahkemesi kararıyla bu sonucu ortadan kaldırmak olanaklı gözükmemektedir. Kaldı ki daha sonra yapılan olağanüstü kongre ile seçim yenilenmiş, kurullar yeniden seçilmiştir. Bu kongrenin genel başkan davetiyle toplanmış olmasının da sonuca etkisi bulunmadığı baskın bir görüştür.