Doğru ve güvenli yargılanma hakkı, adil yargılanma hakkının ta kendisidir. İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin 6. maddesinde yer alan bu hak, 3.10.2001 tarihinde yapılan değişiklikle anayasamıza da (36/1) girmiştir. Böylece herkesin "Adil yargılanma hakkına sahip olduğu öngörülmüştür. Ancak esas sorun uygulamadan kaynaklanmaktadır. AİHM ve AYM kararlarına uyulmaması bunun en çarpıcı örnekleridir.
İçinde bulunduğumuz süreçte yaşananlar da vahimdir. Suç atmalar, suç uydurmalar, iftiracılar, itirafçılar, tahliye borsası gibi doğru ve güvenli yargılanma hakkını boşa düşüren, yargıya güveni yerle bir eden iddialar havada uçuşuyor. Böyle bir durumda hangi yurttaş hukuk güvenliğinden emin olabilir Hangi yurttaş adaletin doğru tecelli edeceği inancıyla mahkeme önüne gidebilir
Yargı üzerindeki bu gölgeler kaldırılmalıdır. Adalet gölge kabul etmez, gölgeli adalet olmaz. Bunu yapacak olan, yargının yanlışlarını düzeltecek olan yine yargıdır. Bunun içindir ki, yıllardır hukukçular, barolar ve hukuk kurumları olarak "bağımsız yargı ve güvenceli yargıç" dedik, siyasallaşmış yargıdan adalet çıkmaz diye haykırdık, asıl olanın tutuksuz yargılama olduğunu söyledik.
KARALAR'IN SİLİVRİ'DE NE İŞİ VARİBB Başkanı Ekrem İmamoğlu da Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar da, Seyhan Belediye Başkanı Oya Tekin ve Ceyhan Belediye Başkanı Kadir Aydar ile tüm tutuklu CHP'li belediye başkanları da suçlu oldukları için değil; güçlü oldukları, başarılı oldukları ve bu başarılarıyla CHP'yi birinci parti yaptıkları, AKP'yi ikinci parti konumuna düşürdükleri için cezalandırılmak isteniyor. Ancak bu çıkış yolu değil, aksine tam çöküş yoludur. Bu siyasi operasyonlar sonrasında AKP'nin daha çok oy kaybettiği kamuoyu yoklamalarında açıkça görülüyor. Ayrıca, halkın yüzde 70'ten çoğu CHP'li belediyelerde yolsuzluk yapıldığına inanmıyor, bunun iktidarın bir algı operasyonu olduğunu görüyor.
Adana'nın çok sevilen, halkla bütünleşmiş başarılı büyükşehir belediye başkanı Zeydan Karalar'a, on yıl öncesine ait, Seyhan Belediye Başkanlığı dönemi ile ilgili bir itirafçının iftirasından ibaret haksız ve temelsiz olarak isnat edilen suçun işlendiği iddia edilen yer Adana'dır. O zaman de yetkili yargı yeri Adana'dır. Zeydan başkan da haklı olarak "Ben Adanalıyım, benim Silivri'de ne işim var" diyor. ünkü hukukta usul çok önemlidir, hukuk sisteminde "usul esastan önce gelir" ilkesi, davaların ve hukuki işlemlerin doğru bir şekilde yürütülmesi için öncelikle usul kurallarının doğru uygulanması gerektiğini ifade eder. Bu ilke, yargılama sürecinin düzenli ve adil bir şekilde işlemesini sağlamak için yaşamsal öneme sahiptir. Ayrıca, ceza hukukunda yetki kuralları da kamu düzenindendir.
SORUNUN KAYNAĞIDaha vahim olan ise 9 Ağustos Cumartesi günü yargı ile ilgili ve yargı bağımsızlığının dününü ve bugünü düşünmemize neden olan çarpıcı üç haberin basına yansıması oldu. Birinde, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun yargılandığı bir davanın kararında İmamoğlu'nun "tüm suçlamalardan beraat etmesi yönünde oy kullanan ve mahkûmiyet kararına karşı oy yazan üye yargıcın görev yerinin değiştirilerek iş mahkemesi hâkimliğine atandığı", diğerinde de "Ayşe Barım'ın yargılandığı dosyada tahliye kararı veren hâkimin tüketici mahkemesi hâkimliğine atandığı, bir diğerinde ise "İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne yapılan operasyonda tutuklanan kişileri tahliye eden İzmir 17. Asliye Ceza ve 28. Asliye Ceza hâkimlerinin görev yerlerinin değiştirildiğini" yazıyordu. Yargıda bu tür müdahaleler asla kabul edilemez. Bu durum hukuk devletinin olmazsa olmazı olan yargı bağımsızlığıyla da bağdaşmaz. Bu tasarruflar, diğer yargıçlara da gözdağı anlamını taşır. Siyasi iktidarın beğenmediği kararlar yüzünden mahkemesi veya görev yeri değişecek endişesi yaşayan bir yargıcın nasıl tarafsız ve objektif karar vermesi beklenir
Bu bağlamda yakın geçmişe bakarsak, 1996- 2000 yılları arasında Adana Baro başkanlığı yaptığım dönemde henüz AKP kurulmamıştı, onların deyimi ile Türkiye "eski Türkiye" yargı da "vesayet yargısı" idi. Orada, 7 kişilik HSYK'nin 3 üyesi Yargıtay tarafından, 2 üyesi de Danıştay tarafından kendi üyeleri arasından seçiliyordu. Buna karşın, kurulda siyasi bir kişi olan adalet bakanı ve bakanlık müsteşarının olmasını yargı bağımsızlığına aykırı buluyor ve her platformda buna karşı çıkıyor ve bu durumun değiştirilmesini talep ediyorduk. Geldiğimiz "yeni Türkiye" de ise kurulun çoğu üyesini aynı zamanda bir siyasi partinin genel başkanı olan cumhurbaşkanı seçiyor. Bir kısmını da iktidar partisinin Meclis çoğunluğu seçiyor. İşte yargıda yaşadığımız ve yurttaşın hukuk güvenliğini ortadan kaldıran sorunun kaynağı da burada yatıyor.