Doğanın belleği ve hegemonik iklim siyaseti - Deniz Öztürk

Geçtiğimiz günlerde in, Brahmaputra Nehri üzerinde dünyanın en büyük hidroelektrik santralı inşasına başladı. Tibet Platosu'ndaki bu devasa proje, yılda 300 milyar kilovatsaat üretim kapasitesiyle yalnızca bir enerji yatırımı değil; bölgesel jeopolitikte su üzerinden kurulan yeni bir hegemonya stratejisi. Yaklaşık 167 milyar dolara mal olacak bu yatırım, modernleşme görüntüsünün ardında bir güç projeksiyonu taşıyor.

Enerji diplomasisi, doğa üzerinden yürütülüyor. Bu proje ile nehrin akış yönünün değişmesiyle Himalaya ekosisteminin tehdit altında olduğu belirtiliyor. Bu durum aynı zamanda in'in komşu ülkeler üzerinde stratejik baskı kurma yeteneğini de artırıyor. Bu durum, enerji üretimi kadar suyun da jeopolitik bir silah haline geldiğini gösteriyor. Uluslararası hukuk ise sınır aşan sular konusunda hâlâ yetersiz. Bu boşluk, güçlü devletlere su kaynakları üzerinde egemenlik kurma olanağı sunuyor. Etiyopya'nın Nil Nehri üzerindeki Rönesans Barajı ile Mısır'a uyguladığı baskı da bu stratejinin Afrika versiyonu.

BARAJLAR YÜKSELİYOR, ZEYTİNLİKLER ÖKÜYOR

Bugün dünyada hidroelektrik projeleri yalnızca elektrik üretmiyor, aynı zamanda diplomatik baskı, ekonomik bağımlılık ve çevresel krizler yaratıyor. Tam da bu küresel dinamikler içinde Türkiye'de başka bir sessizlik büyüyor zeytinliklerin gölgesinde.

TBMM'den geçen düzenlemeyle zeytinlik alanlar enerji ve madencilik projelerine açıldı. Şunu netleştirmek gerekir ki burada mesele yalnızca zeytinlikler değil, Soma'da, Akbelen'de köylüler yalnızca ağaçları değil, yaşam biçimlerini de savunuyor.

Bugün zeytin, toprağa kök salmış bir bellektir. Onu kesmek; bir kültürü, bir direnci, bir sesi susturmaktır. Enerji adına doğayı tasfiye etmek, aslında bir medeniyet biçimini de tasfiye etmektir. "Kalkınma" adına yapılan her tahribat, "kriz" olarak geri dönecektir. Suskun bırakılan nehirler kuruyacak, kökünden koparılan zeytinlikler ise yalnızca toprağı değil, geleceği de çoraklaştıracaktır.

TOPRAK KİMLİK TAŞIR

İklim Yasası gibi çerçevelerse bu yalnızca karbon ticaretini odaklıyor; kırsalın yaşam döngüsünü, toprağın hukukunu kapsamıyor. Yasa finansal çerçeve ile yetinirken, ekolojik adalet kavramı boşlukta kalıyor. Bu durum aslında "yeşil kalkınma" adı altında sessiz bir doğa sömürüsüdür.