Türk Hukuk Kurumu'nun 32 yıl başkanlığını yapan, Cumhuriyet şehidimiz Prof. Dr. Muammer Aksoy, bundan 62 yıl önce 18 şubat 1963 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan yazısında ve "Devlet Hukukla Yaşar" (Cumhuriyet Kitapları) adlı kitabında diyordu ki "..sınırsız olan bir hâkimiyet -kime ait olursa olsun ve kimin tarafından kullanılırsa kullanılsınistibdat ve tahakküme (zulme) götürür. Mutlak olan her güç, hürriyetin ve dolayısıyla insan mutluluğunun (kişi huzurunun) düşmanıdır.
(...) Yüzde 51'in istibdadına, demokrasi denilemez... Evet, gerçek demokrasi, ulusun egemenliğini bile hukuk prensipleri içinde tanır. Demokrasi 'itidal' ve 'denge' rejimidir. 'mutlak olma' ve 'demokrasi' (hukuk devleti), birbiriyle bağdaşamayan kavramlardır.
(...) Çünkü bir tek kişiye karşı haksızlık yapılabiliyorsa, herkese karşı haksızlık yapılabilecek demektir. Bu ise vatandaşta güven duygusunu yok eder ve onu huzursuzluk denizine atar. Huzursuzluk, hürriyetsizlikten bile daha azap vericidir. 'Hukuk devletinin bütün ilkelerine tam saygı gösterilmeyen bir ülkede, insanlar vatandaşlık payesine ulaşmış sayılamazlar; onlar köle değillerse ancak teba sayılabilirler' demekle, abartma yapmadığımıza inanıyoruz. Bugün Türkiye'mizde rejim bakımından çözülmesi gereken en önemli sorunun 'hukuk devleti ilkelerini korumak' olduğu kanısındayız..."
CUMHURİYET İMKÂNIYLA CUMHURİYETE KARŞI1946'da demokrasiye geçişin ilk durağı olan genel seçimde, "açık oy, gizli tasnif(!)"usulü geçerli idi. Ancak bu kadarlık bir demokrasiyi becerebilmiştik!
TBMM'de, "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" yazısı altında; 1950'lerde halkın oyu ile iktidar sahibi olanlar, "Siz isterseniz hilafeti de getirebilirsiniz"; 1980'lerde, "Anayasayı bir defa delmekle bir şey olmaz"; 1990'larda "Kanlı da olur kansız da" ve nihayet 2010'larda "Dindar ve kindar gençlik yetiştirin" sloganlarını, Cumhuriyet hukukunun şemsiyesi altında açıklarken, güçlerini sandıktan çıkmış olmalarına dayandırıyorlardı. Oysa, sandık bu anlayışa, hukuku ve yasaları çiğneme görev ve yetkisi vermemişti! Demokratik hak ve özgürlükler, onu yok etme özgürlüğünü hiçbir kimseye tanımaz!
Özellikle 22.04.1983'te 2820 sayılı Seçim Yasası'nda ANAP lideri Turgut Özal, ulusal egemenliğin simgesi TBMM'de ulusal iradeyi oluşturan milletvekillerinin seçimini doğrudan parti genel başkanları ve merkez organlarının yetkisine veren uygulamayı kabul edince, TBMM'nin oluşumu "tek adamın" mutlak iradesine terk edilmiştir. Bu yöntem "atayanda üstünlük, atananda itaat ve bağımlılık" duygusu ile kurulan bir "Meclis" yaratmıştır. Her ne kadar bazı muhalefet partileri uygulamanın kısmen de olsa dışında kalsalar da mutlak güç iktidarda toplanmıştır.
ULUSUN EGEMENLİĞİ ÇİĞNENDİ!"Egemenlik ulusundur" ilkesi kasten ve hile ile çiğnenmiştir!.. Çiğnenen sadece ulusun egemenliği değildi. Cumhuriyet ve demokrasinin hukuku, hukukun üstünlüğü ve güncellersek; anayasaydı, Anayasa Mahkemesi'ydi, Yargıtay'dı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ydi ve sonuç olarak hukuk idi.
Evet; bugün de hâlâ "hukuk devleti güvencesini" demokrasimizin temeline yerleştirmek uğraşımız sürmektedir. Anayasamız var, anayasal bir devlet değiliz; demokrasimiz var, içinde halkın iradesi yok.
O kadar ki, Atatürk'ü de dahil ederek "... Saiti Nursi son iki yüzyılın gelmiş geçmiş en büyük dehasıdır" diyebilen siyasiler boy gösterebilmişti. (Cengiz ÇANDAR, 1993, Şura Salonu, Ankara) Bilimin henüz kanıtlamadığı "ırk ayrımcılığını" esas alarak siyasi gündemi değiştirebiliyorlardı.
Oysa sorun, insan haklarına saygılı, hukukun üstünlüğünü tanıyan, laik ve sosyal devlet anlayışı ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ndeki hak ve özgürlüklerin tüm vatandaşlara eşit olarak tanınması ile çözülecektir.