Cumhuriyet kimin öyküsüdür - Abdullah Yüksel

Cumhuriyetin nasıl kurulduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz ancak neden kurulduğu belki daha önemli bir soru. Kurulmasaydı Anadolu toprakları parçalanacak, İtilaf devletlerince paylaşılacak, Türk milleti belki de asimile olup tarih sahnesinden silinecekti. ünkü benliği ezilmiş halk, bu sefer belki de padişah yerine bir başka güce "ok yaşa" diyecekti. Belki de bunu diyecek gücü bile bulamayacaktı. Kim bilir...

29 Ekim'in önsözü elbette ki anakkale'dir. Cumhuriyetimizin öyküsü orada yazılmaya başlar ve başarı dolu öyküler peşi sıra gelir. 28 yaşında, kocası anakkale'de, iki kayınbiraderi Yemen'de şehit düşmüş. Altı aylık oğlu, üç ve beş yaşlarında iki kızıyla yalnız kalan; yokluğun, yoksulluğun, tacizin, hırsızlığın olağan hale geldiği o günlerin Anadolu'sunun bir köyünde başlayan bir öyküyü paylaşalım.

Yıl 1915, aylardan temmuz... Asker alayı, Aksaray'dan Ulukışla Tren Garı'na yaya ulaşmak için yol almaktadır. Yolun kenarındaki harman yerinde bir erkek çocuğu ile üç ve beş yaşlarında iki kız çocuğu... Vakit öğle, güneş tam tepeden vurmuş. Elinde bir testi, bir maşrapa "Su içen var mı" diye yoldan geçen askerlere soran bir kadın...

Alaydaki bir asker sıradan ayrılmaya yeltenir ve takım çavuşunun sesiyle irkilir, "Ne yapıyorsun sen" Asker, "Bu kadın benim karım, o çocuklar da benim oğlum ve kızlarım. Ne olur bir dakika onları öpüp koklayayım! Söz, hemen sırama geçerim" der çavuşa. Durum komutana bildirilir ve bir yüz görümlüğü kadar izin çıkar. Asker koşar, gölgede yatan yüzünde tülbent örtülü altı aylık oğlunu basar kucağına, kızlarının saçlarını okşar. Eşi Iraz'a hasret ve sevgiyle bakar. El sallar ve koşup girer sırasına. Gözlerinden yaşlar akmaz, akamaz, boğazı düğümlenir. ünkü gidecekleri yer anakkale'dir.

Arkada sevdaları, eşleri, aileleri... Yurdun dört bir yanından düşmana siper olacak yiğitler... Yanıtı yazılamayan mektuplar... Neredeyse her haneye düşen şehit haberleri...

KURTULUŞTAN KURULUŞA...

Iraz ana çocuklarıyla evine döner, hüzünlüdür. Günler gelir geçer bir haber alamaz kocası Abdullah'tan. ok sıkıntı çekerler ama yılgınlığa, umutsuzluğa düşmezler. Bir gün haber gelir: Ahmet oğlu Topçu Onbaşı Abdullah, anakkale Cephesi'nde şehit düşmüştür. "Vatan sağ olsun!" der. Başka diyecek de yoktur. Yetim üç çocuk ve dul kalmış bir kadın vardır Hasan Dağı'nın eteğinde.

Yıllar geçer ve çocukları büyür, evlenir; torunları olur, yaşama devam ederler. I. Dünya Savaşı bizim de içinde bulunduğumuz ülkelerin yenilgisiyle biter. Anadolu'nun çoğu bölgesi işgal edilir. Bir dâhi çıkar, Anadolu'ya geçer; kuruluşu, kurtuluşu gerçekleştirir. Cumhuriyet kurulur. Her şey değişir.

Iraz ananın torunu büyür; liseyi bitirir. Sobasında tezek yanan iki odalı, dokuz kardeşin yaşadığı evden çıkıp gelir Ankara'ya. Yol bilmez, iz bulamaz; kime güveneceğini bilemez. Iraz ananın 18 yaşındaki torununun gözleri kazandığı üniversitenin yerini bilen birini arar. Aksakallı bir dedenin yanına koşar tahta valizini sürükleyerek okulun yerini sorar. Ne yazık ki o da Ankara'nın yabancısıdır. Yüzündeki yalnızlığı ve ürkekliği hissetmiş gibi gelir elinde valizi sağa sola korkak gözlerle bakınan gence bir dakika beklemesini söyler. Gördüğü ilk büfeciye ODTÜ'nün yerini sorar. Okul durağının ayrıntılı tarifini alıp delikanlıya anlatsa da içi rahat etmez. Iraz ananın torununu okul tarafına giden otobüse bindirir; sonra ellerini açar, dua eder.