Geçmişi anlamak bazen bir tarih kitabından değil, bir anıdan çıkar. Benim için öyle oldu. İstanbul Üniversitesi senatosunda görev yaptığım yıllarda, yabancı bir ülkenin cumhurbaşkanına fahri doktora töreni düzenlenecekti. Biz cübbelerimizi giymiş, salonda hazır bekliyorduk. Tam o sırada bir mesaj geldi: "Sayın cumhurbaşkanı doktora töreni yerine, hukukçu kimliğiyle bir konferans vermek istiyor."
Doğrusu hepimiz şaşırdık, hatta biraz da öfkelendik. Ama o an içimden tarih sahnesine dair bir düşünce geçti: Osmanlı İmparatorluğu yüzyıllar boyunca yalnızca kendi ülkesini yönetmedi; Balkanlar'dan Kırım'a, Hicaz'dan Kuzey Afrika'ya kadar nice yöneticinin tahta çıkmasına bizzat meşruiyet verdi. Bugün "diploma"yı kabul etmeyen bir devlet başkanının hassasiyetini, belki de geçmişte ülkesinde kralların Osmanlı vezirleri tarafından "hilat giydirilerek" tahta çıkarılmasına bağlayabilirdik.
Gerçekten de Osmanlı'nın 15'inci ve 18'inci yüzyıllar arasında oynadığı rol çok büyüktü. Eflak ve Boğdan voyvodaları, Transilvanya prensleri, Kırım hanları... Hepsi seçilmiş olsa bile son noktayı padişahın onayı koyardı. Mekke şerifleri, Osmanlı mührü olmadan emir olamazdı. Kuzey Afrika'daki beyler ve dayılar görevlerine Osmanlı cübbesiyle başlardı. Avrupa'nın büyük krallıkları üzerinde böyle bir yetkimiz hiç olmadı ama Fransa gibi ülkelerle kurulan ittifaklar, siyasetin seyrini değiştirecek kadar güçlüydü.