Bir filmin düşündürdükleri... - Dr. Adnan Tetikol
Muhalefetin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanması ile başlayan protesto gösterilerinde tutuklanan yüzlerce üniversite öğrencisinin bayramı cezaevinde geçirmesi, ekonomik sorunlardan dolayı zaten tatsız geçecek bayramı iyice tatsız ve durgun bir hale getirdi. Günlük yaşama dönmeyi, hiçbir şey olmamış gibi davranmayı vicdanlar reddetti. Bu koşullarda en son 2010 referandumunun yapıldığı dönemde bir üniversite öğrencisi olarak izlediğim "No!" adlı filmi tekrar izleme olanağı buldum. Vicdan, mücadele etmek dışında bir anlatısı olan filmi izlemeyi de reddetti.
PINOCHET VE ŞİLİ REFERANDUMUSosyalist Devlet Başkanı Allende'nin 1973 yılında kanlı bir darbeyle indirildiği Şili'de uluslararası baskılar sonucu darbeci diktatör Pinochet, görev süresini 8 yıl daha uzatmak için referandum yapmak zorunda kalır. Açıkçası Pinochet için bu sorun değildir çünkü ülkeyi yönettiği 15 yılda muhalefet deyim yerindeyse dümdüz edilmiştir. Zaten Pinochet karşıtları dahil kimse referandumdan "si"(evet) dışında bir sonuç çıkmayacağı ve aksi durumda Pinochet'in seçim sonuçlarını tanımayacağı konusunda hemfikirdir. Oscar adayı filmde, kampanyayı yöneten reklamcı Rene Saavedra ilk olarak kampanyanın paydaşlarını referandumda "no"(hayır) sonucunun çıkabileceğine ikna ederek başlamak zorunda kalıyor.
Filmde hikâyesi tükenen, yeni bir şey söyleyemeyen bir diktatöre karşı yaratıcı bir referandum kampanyasının bile neleri başarabileceği gözler önüne seriliyor. Kampanya boyunca Hayırcılar, baskı altına alınıyor, sansüre uğruyor. Devletin tüm olanakları evet için seferber ediliyor. Buna rağmen evetçiler, tüm sanatçılar hayırı desteklediği için kampanyalarına katkı sunacak sanatçı dahi bulamıyor. Seçim gecesi ise elektrikler kesiliyor, resmi kurumlar evetin önde olduğunu ilan ediyor ama kaçınılmaz son geliyor, hayırcılar yüzde 55 ile seçimi kazanmıştır. Üstelik seçim sonucunu ilk kabul eden Pinochet'in en yakınlarından biri olan kara kuvvetleri komutanı oluyor ve bu kabul edişten sonra iktidar başka bir adım atamıyor. Sonraki yıl yapılan devlet başkanlığı seçimini de yüzde 56 ile muhalefetin adayı Patricio Aylwin kazanacak ve böylece cunta rejimi yenilgiye uğratılacaktır.
ZİHİNSEL YENİLGİ"No!" filmini izlerken dikkatimi çeken bazı noktalar oldu. Öncelikle baba diktatörler dahi bir meşruiyet zeminine ihtiyaç duymaktadır. İç ve dış iş ortaklarına sunulan bir güvencedir meşruiyet. Özellikle dış iş ortakları meşru olmayanın nasıl bir kaygan zeminde durduğunu bir dünya tecrübe ile çok iyi bilmektedir. Hareketliliği önünde çok az engel kalan sermaye kendisini güvensiz hissettiği ülkelere yönelmemekte, buralardaki sermaye de ilk fırsatta kendisini daha fazla güvende hissettiği ülkelere kaçmaktadır. Bu yüzden ortada petrol ve doğalgaz gibi bir doğal kaynağa bağlı zenginlik olmadığı sürece baskıcı rejimler seçimlere ihtiyaç duyar. Güven tazelemek ister. Buna direnen baskıcı rejimler, halkı yoksullaştırarak ve işsizleştirerek rejimlerin mezar kazıcısını da yaratırlar, böylece muhalefete hayat öpücüğü vermiş olur.
İkinci olarak diktatörler; halk hareketinden korkar, örgütlü tepkiler onlar için kâbustur. Bunun için geniş halk kitlelerini karamsarlığa sürükleyecek adımlar atarlar. Esir Şehrin İnsanları romanında Kemal Tahir, Nedime Hanım'ın ağzından, düşmanın ilk zafer kazandığı yerin zihinler olduğunu söylemiştir. "Ne yaparsak yapalım, gitmez" düşüncesi işte bu zihinsel yenilginin ürünüdür.
Diktatörler ile geniş halk kitleleri karşı karşıya geldiğinde kitlelerin üzerindeki umutsuzluk dağılır ve psikolojik üstünlük halk hareketine geçer. Saman alevi gibi halk hareketleri parlar. Buradaki tek risk; halk hareketi hızlı sonuç almak ister, alamadığı an motivasyonunu kaybetme eğilimi taşır. Bu parlama anlarında en önemli rol ise siyasi örgütlere düşmektedir. Siyasi partiler, halk hareketine ara zaferler kazandırma ve motivasyonu diri tutma görevi üstlenerek kesin sonuca ulaşılmasını sağlayabilir. Zaten örgüt yoksa zafer de yoktur.