19 Mart sonrası Türkiye - Doğu Silahçıoğlu
Türkiye 2002'den bu yana küresel ve bölgesel gelişmelerden olumsuz etkilenen; tutarsız kararlar ve uygulamalarla oradan oraya savrulan bir ülke haline geldi. Varlığını ve bekasını (sağkalımını) tehlikeye sokan; iç ve dış politikadaki yanlışlarla siyasal, ekonomik, sosyal ve ulusal güvenlik başta olmak üzere birçok alanda sorunlar ve zorlu koşullarla karşı karşıya kaldı.
Karşı devrimci siyasal İslamcı yönetimin uygulamaları ülkede kaygı verici boyutlara ulaştı. Bunun temel nedeni; ulus egemenliğini temsil eden TBMM'yi işlevsiz kılan; yasama ve yürütmeyi bir kişinin eline bırakan; yargıyı şekillendiren "denetimsiz başkanlık sistemi" idi. Uzun zamandır; yasama erkinin yok edilmiş işlevi; yürütme erkinin mutlak hakimiyeti; yargı erkinin işleyiş şekli; anayasal kurum ve kuruluşların yapısal özellikleri; ülkesel bölgesel ve küresel koşullar ile yabancı devletler ve uluslararası kuruluşlarla olan ilişkiler bu sistemi ayakta tutuyordu. Ama artık durum değişti...
Adalet arayışları
Çünkü yakın dönemde, dünyada örneği olmayan ve çok tartışılan bu yönetim sistemini ve onun başındaki kişiyi kalıcı kılmak için; ulus birliği ve ülke bütünlüğüne yönelik tehlikeler içeren yeni bir anayasa hazırlanması gündeme geldi. Toplumsal kaygı sınırları genişledi.
Eğer tasarlanan gerçekleşirse; Türkiye çağdaş ve demokratik dünyanın dışında tutulacaktı.
Siyasal iktidar, gelecekteki seçimlerin sonuçlarını kendi tercihlerine göre, hak, hukuk ve adaletle bağdaşmayan şekilde oluşturabilme gayretleri içine girdi. Tartışmalı bu girişim kapsamında 19 Mart 2025 ve sonrasında iktidar tarafından, hak, hukuk ve adaletle bağdaşmayan adımlar atılmaya başlandı. Bu yolda yaşanan gelişmeler, geniş halk kitlelerinin tepkisine neden oldu. Cumhuriyet'in geleceğinden endişe duyan yurttaşlar, anayasa ile teminat altına alınmış toplantı gösteri ve yürüyüş haklarını barışçıl bir şekilde kullanarak yeni bir arayış içine girdiler. Çünkü 19 Mart ve sonrasında ülkede yaşananlar yeni bir resim ortaya çıkarmıştı. Hak, hukuk ve adaletin tartışılır hale geldiği bu yeni karmaşık ortamda, yurttaşlar açısından kaygılı bir dönem başladı. Kazanılmış ve edinilmiş hakların güvencesi tartışılır oldu. Yasaların geçmişe doğru geriye yürütüldüğünden bahsediliyor; yargılamalarda kanıtların ve tanıkların güvenilirliğinden kuşku duyuluyor. Sonuçta toplumun büyük bir kesimi, hep birlikte hak, hukuk ve adaletin yanında durmakta karar kıldı.
BELİRLENEN ÇIKIŞ YOLUİçinde bulunulan bu hukuk dışı ortam ve zor yaşam koşulları sarmalında kalan halk, bir dayanışma örneği sergileyerek izlenecek bir çıkış yolu belirledi. O yol; laiklik başta olmak üzere "Atatürk Cumhuriyeti"nin tüm anayasal niteliklerini korumak; erken cumhuriyet dönemindeki dış politika esaslarını geçerli kılmak; Türk devriminde sürekliliği sağlamak; Cumhuriyet'in değer ve kazanımlarını canlı tutmak; egemenliği ulus elinden alan ve tek kişiye teslim eden "denetimsiz başkanlık sistemi"ni geçersiz kılarak parlamenter sistem yapısında, tüm kurum, kuruluş ve kurallarla 2002 yılı öncesindeki devlet yapısına dönmek; ve de bunu en kısa sürede demokratik yöntemlerle gerçekleştirmekti. Olağan tarihi 2028 olan, ancak daha erken bir tarihte yapılması gündeme gelen Cumhurbaşkanlığı seçimi bunun ilk adımı olacaktı.
VARILAN NOKTASonunda Türk ulusu 19 Mart'tan bu yana sürdürdüğü girişimleri, bir toplumsal çıkış hareketine dönüştürdü. Ama siyasal iktidar Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının anayasal güvence altındaki temel hak ve özgürlüklerini kısıtladı. Demokratik eylem kapsamında olan toplantı, yürüyüş ve gösterileri engellemek istedi. Karşı devrimci siyasal İslamcı yönetimin bu tavrı eleştirilerin odağına oturdu. Toplumsal tepkiye neden oldu. Geniş çapta örgütlenen ve güç birliği oluşturan, yasal sınırlar içinde kalarak toplu şekilde hareket eden, her kesimden bir araya gelmiş milyonlarca yurttaş, demokrasiye sahip çıkmak için yasal hakları çerçevesinde eylemlere giriştiler.