İsrail'in siyasal hegemonyası

Hamas saldırısı sonrası İsrail'in yaptığı sivil katliamları hep birlikte görüyoruz. Tüm dünyanın gözleri önünde yıllardır Gazze'yi bir açık hava hapishanesine çevirip milyonlarca insanı duvarların içine sıkıştıran İsrail son Hamas saldırısından sonra da önce o insanların elektriğini, suyunu, gazını kesti ve sonrasında da havadan evleri, hastaneleri bombalayarak 30 bine yakın binayı yıkıp yüzlerce insanı katletti. Katletmeye de devam ediyor. Hatta İsrail Hükümeti askerlerine "istediğiniz her türlü cinayeti işleyebilirsiniz" minvalinde konuşmalar yapıp teşvik de ediyor.

Bu konuda ses çıkarması (ümitsizce) beklenen uluslararası camia da net bir ses çıkaramadığı gibi başta ABD olmak üzere tüm Batılı devletler İsrail'in katliamlarını meşrulaştırıp destekliyor. Yetmiyor donanmalarını destek için gönderiyor. Peki, İsrail tüm yaptıklarıyla en başından beri Batı'nın desteğiyle ayakta dururken neden Batı bu ağır yükü taşımaktan vazgeçmiyor

Batı'nın İsrail yükünü sırtlanmasının, İsrail'in Batı siyasetçileri, siyasal kavramları ve kurumları üzerindeki hegemonyasının birkaç sebebi var.

Birincisi imparatorluğumuzun son döneminden itibaren başlayan ve imparatorluğumuza yönelik düşmanlığın arkasında da önemli yer tutan şeylerin başında Ortadoğu'yu Türklerden almak ve bir Yahudi devleti kurmak geliyordu. İsrail'in kurulmasıyla birlikte Müslüman Ortadoğu'da Batı tam anlamıyla bir koçbaşı veya eşik bekçisi işlevine sahip bir üs elde etmiş oluyordu. Bu sayede Ortadoğu'daki pek çok operasyonunu İsrail üzerinden yapabileceklerdi. İsrail de Batı için bu vazgeçilmez konumunu bildiğinden her istediğini yaptırabilecek bir gücü kendinde görebiliyor. O kadar ki ABD Hükümeti'nin İsrail'in başında en görmek istemediği kişi olan Netanyahu'nun Başbakanlığı'nda bile donanmasından siyasi desteğine kadar tüm devlet kapasitesini İsrail için seferber edebiliyor.

İkincisi Batı ülkelerindeki Yahudi lobilerinin hem siyaset hem ekonomi hem de medyadaki müthiş gücü İsrail için Batı kamuoyunu ve siyasetini yönlendirmek için büyük bir yumuşak güce dönüşüyor. Bu aynı zamanda bu ülkelerin siyaset kurumlarında yer alabilmek için İsrail karşıtı olmamayı bir asgari şarta dönüştürecek bir caydırıcılık da kazandırıyor. Zira İsrail karşıtı siyasal aktörler bu siyasal, ekonomik ve medyatik güç tarafından marjinalize edilip itibarsızlaştırılıyor.

Üçüncüsü, Batı'da yükseltilen İslam karşıtlığı en çok İsrail'in işine yarıyor. Mesela geçmişte pek çok sol parti ve sol siyasetçi Filistin'e bir dava gibi sahip çıkar, İsrail'e sert eleştiriler getirirken önce 11 Eylül sonra da DEAŞ saldırıları ile İslam karşıtlığına evriltilmiş kamuoyu tarafından büyük oranda bu isimler sindirildi ve susturuldu. Bunda Filistin direnişinde Hamas gibi İslami boyutu güçlü bir örgütün öncülüğü almasının da büyük etkisi oldu. İslam karşıtlığının güçlenmesinde bir yandan DEAŞ'ı kurup saldırtanlar diğer yandan da Avrupa'daki aşırı sağ hareketleri yükseltip bu hareketleri İsrail düşmanlığından uzaklaştıranlar da bu İsrail hegemonyasının daha da güçlenmesine sebep olmuşlardı. O kadar ki 2010'ların ortalarında Filistin'i resmen tanımak üzere olan İngiltere ve Fransa'ya yönelik DEAŞ'ın terör saldırıları gerçekleşmiş ve her iki devlet de Filistin'i tanımaktan vazgeçmişti.