Güneş ne zaman doğacak

1978 yılında gösterime giren bir sinema filmi Anadolu'da fırtına gibi esiyordu. O güne kadar sinemada kendisinin yeteri kadar temsil edildiğini hissetmemiş halk sinemalara koşuyordu. Ya Batılı filmlerin kopyası olan melodramlardan ya da yine benzeri biçimlerde sol kadroların hakimiyetinde çekilmiş filmlerden bıkmış insanlar için bu film bir nefes olmuştu.

Filmin hikayesi Sovyetler Birliği'nde başlıyor... Sovyet esaretinde kalmış iki Müslüman Türk'ün kimliklerinden, inançlarından dolayı nasıl baskı altında kaldığı gösteriliyor. İbadet ettiği için eziyet gören,"Türk"üm demesi yasaklanan, kendi kimliğine, kültürüne uygun bir şekilde yaşamasına müsaade edilmeyen; asimile edilmeye, yozlaştırılmaya, mankurtlaştırılmaya çalışılan "esir Türkler"...

Sonra Sovyet esaretinden kimliklerini, inançlarını, kültürlerini yaşayabilecekleri Türkiye'ye hürriyet için kaçan iki Türk'ten birini Cüneyt Arkın diğerini Baki Tamer canlandırıyor.

Büyük ümitlerle, heveslerle geldikleri Türkiye'de ise hiçbir şey hayal ettikleri gibi çıkmıyor. Çünkü "hür" bildikleri Türkiye Batı'nın kültürel hegemonyasının esareti altında eziliyor. Ancak sömürge ülkelerinde rastlanılacak esaret halinin örnekleri fazlasıyla sergileniyor.

Bu esaret örneklerinden birini de Cüneyt Arkın'ın canlandırdığı karakterin aşık olduğu ve Oya Aydoğan'ın canlandırdığı karakter temsil ediyor. Batı'ya özenen, hafifmeşrep, dejenere bir kadın olan bu karakteri Cüneyt Arkın'ın oynadığı karakterin o yoz halden kurtarmaya çalışması da hikayenin eksenini oluşturuyor. Bir yandan da kaçtıkları komünist esarete Türkiye'yi de sokmak isteyen sol örgütler de filmde anlatılıyor.

Bugünden bakıldığında teknik bakımdan da senaryo bakımından da birçok yetersizliğe sahip olan bu filme hala bugün bile düşmanlık yapılıyor. Türk sinemasındaki kültürel hegemonya düşünüldüğünde bu durum hiç de şaşırtıcı gelmiyor.

Peki, ya 1977 yılında çekilmiş bu sinema filminin anlattığı hikaye bugün için ne kadar şaşırtıcı

Türkiye'deki Batı hegemonyası da etrafımızdaki Oya Aydoğan'ın canlandırdığı karakterdeki dejenere profiller bakımından da kültürümüzün, yaşam tarzımızın, düşünme, hissetme ve eğlenme biçimimizin içinde bulunduğu Batı esareti bakımından da hiç şaşırtıcı değil.

Filmin hikayesi bakımından başka şaşırtıcı olmayan durumsa 20. Yüzyıl boyunca Sovyet esareti altında Müslüman Türklere yaşatılan zulmün daha da büyüğünün bugün, 2024 yılında Doğu Türkistan'daki Uygur Türklerine uygulanmaya devam edilmesi...

Doğu Türkistan'daki Uygur Türklerine yapılan sistematik zulüm politikası Çin Komünist Partisi rejiminin Doğu Türkistan (onlar Sincan diyor) politikasının esasını oluşturuyor. Dini özgürlüklerin kısıtlanmasından, en temel insan haklarının ihlaline, kültür ve kimlik politikasındaki sistematik asimilasyona, asırlardır oraya mührünü vurmuş Türk-İslam eserlerinin yıkılmasından toplama kampı benzeri asimilasyon kamplarına kadar Çin Doğu Türkistan'da kültürel bir soykırım uyguluyor.