Cumhuriyet 100 yılda neler başardı

Tüm büyük hikayeler büyük hayallerle başlar...

Biz Türklerin bu topraklardaki büyük hikayesi de bin yıl önce başlamıştı. Bu bin yıllık hikayede devletimiz kudretli, medeniyetimiz cihanşümul, her bir mücadelemiz şan ve şeref dolu oldu.

Aldığımız her nefeste gurur duyacağımız büyük bir hikayemiz oldu...

Lakin bir an geldi ve her hikayede olduğu gibi bizim büyük hikayemizde de hüzünler, ayrılıklar, yenilgiler oldu. Elimizden koca koca topraklar, asırlar boyu barış getirdiğimiz yurtlar koparıldı. Geriye bugün bile eksikliğimizi hisseden mazlumlar, dinmeyen acılar kaldı.

Bize de kala kala bir Anadolu kalmıştı. Ona da namahrem eli değiyordu.

Ümitsizliğe kapıldığımız anlar, bitmeyen kabuslar dönemiydi...

İmparatorluklar çağı kapanmış; siyasal, kültürel ve ekonomik boyutlarıyla dünyanın merkezi olan Türk İmparatorluğu yedi düvelin dışarıdan, bir o kadar unsurun da içeriden saldırmasıyla çökmüştü.

Dünyadaki tek bağımsız Türk, tek hür Müslüman memleketi de esaret riskiyle karşı karşıyaydı.

Payitaht işgal edilmiş, Yunanlar Anadolu'nun batısında Ermeniler de doğusunda bugün Filistin'de yaşanan büyük toplu katliamlara benzer bir şekilde Türklere karşı katliama başlamışlardı.

İşte o anda imparatorluğun o kadim devlet aklı harekete geçti ve Millî Mücadele'ye liderlik yapması için en uygun isim bulundu. Mustafa Kemal Paşa liderliğinde Türkler vatanlarını savundular ve düşmanı perişan ettiler. Bunu da Türkiye Büyük Millet Meclisi ile yöneterek dünyaya bir millî egemenlik ve demokratik meşruiyet dersi verdiler. Cumhuriyetin kuruluşuna giden süreç de böyle oluşmuştu.

Cumhuriyet kurulduğunda elde savaş yorgunu, nüfusu azalmış, ekonomisi tükenmiş ve Batı'nın siyasal, ekonomik ve kültürel hegemonyasına karşı tek başına kalmış bir Türkiye vardı.

Cumhuriyet, kendisinden neredeyse 100 sene önce başlayan modernleşme sürecini devam ettirmek, güçlü bir millî-devlet olmak zorundaydı. Bunları başarmanın yolu da sanayileşmekten, demokratikleşmekten ve Batı hegemonyasına karşı direnebilmekten geçiyordu.

İlk yıllarda çok önemli şeyler yapıldı ama Batı hegemonyası hem Türkiye'nin dış politikasında hem de kültürel ekosisteminde belirleyici oldu. Buna demokratikleşememe ve az gelişmişlik sorunuyla ekonomik zayıflık da eşlik ediyordu. Soğuk Savaş'ın da eklenmesiyle Türkiye'nin Sovyet tehdidine karşı Batı'ya bağımlılık ilişkileri içerisinde bir uydu müttefike doğru dönüşmesi ciddi bir vesayet meselesi olarak ortaya çıktı.

1950'lere gelindiğinde ise Türkiye için başka bir aşama başlıyordu. Cumhuriyet ilk defa demokrasiyle buluşuyor ve sanayileşme konusunda ciddi mesafe kat etmeye başlıyordu. Dahası Kıbrıs Türklüğüne sahip çıkmaya başlıyor, ilk defa Misak-ı Millî sınırları dışındaki bir Türk unsuruna sahip çıkacak iradeyi ve özgüveni gösteriyordu.

İşte bunun önünü kesmek için 1960'ta yapılan askerî darbe Türkiye'nin bağımsızlığı ve demokrasisi için kırılması zor, uzun bir iç ve dış vesayet zinciri oluşturacaktı. Bu zinciri kırmak, Türkiye'yi tam bağımsız ve küresel bir aktör yapmak, dahası da demokrasiyi tam olarak inşa etmek ise ancak kısa zaman önce gerçekleşebilecekti.