Kur'an'a karşı ilgimiz!
Nusret Reşber
Çocuğumuz, daha iyi bir lisede eğitim görsün, en iyi üniversiteyi kazansın diye özel kurslara veriyoruz; yetmedi özel ders hocaları tutuyoruz
Keza bir o kadar verip yabancı dil kurslarına gönderiyoruz.
Ne diye
"Ben okuyamadım, o imkanı bulamadım veya istediğim yere tam ulaşamadım; benim çocuğum oralara gelsin, iyi bir kariyer edinsin" diye!
"Ben bu dünyaya ne diye gönderildim, kim beni ne diye bu dünyada yarattı; benden ne istemektedir. Yaratıcıma karşı benim ve kendilerinden mesul olduğum ailemin, çocuklarımın ne tür görevleri var" diye düşünmüyoruz!
Düşünecek gibi bir his olduğunda da "aman rahatım, keyfim bozulmasın" diye hemen konuyu veya mekanı değiştiriyoruz. Böyle yaparak sorumluluktan kurtulduğumuzu sanıyoruz.
Oysa canlı-cansız hiçbir varlık boşuna yaratılmadı.
İnsan da hiçbir varlığa tevdi edilmeyen bir sorumlulukla yaratıldı.
Göklerin, yerin ve dağların zorluğuna binaen yüklenmek istemedikleri sorumluluğu insan yükleniverdi.
"Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir." (Ahzâb 72)
Dolayısıyla insanın bu sorumluluğunun gereğini yapmaktan başka bir çaresi yoktur.
Yüce Allah, Hz. Adem'den bu yana bütün insanlara sorumluluklarını hatırlatan peygamberler gönderdi. Peygamberlerin kimine Suhuflar, kimine de Kitaplar indirdi.
Ne acı ki insanlar zaman içinde doğrudan saptılar.
Gönderilen peygamberleri ve onlara nazil olan vahyi yalanladılar.
Bazen de Allah'ın kitaplarını kendi arzuları istikamette yorumlarla veya bizzat ekleme ve çıkarmalar yaparak tahrif ettiler!
Yüce Allah, son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.) efendimizle gönderdiği son kitabı Kur'an'ı bu sefer gönderdi ve onu bozmaya kimsenin gücün yetmeyeceğini, buna müsaade etmeyeceğini bizzat gönderdiği Kur'an'da belirtti.
"Şüphesiz ki bu Kur'an'ı biz indirdik; onu muhafaza edecek olan da elbette biziz." (Hicr 9)
Ama insanlar bozulmasına kimsenin gücünün yetmediği bu Kitabı-Kur'an'ı zamanla terk etti.
İçindekilerle amel etmeyi arka plana attılar.
Dolayısıyla yüklendikleri mesuliyeti yerine getirmediğinde "zalim ve cahil" olacağına vurgu yapılan konuma düştüler.
Yükümlülüklerini yerine getirdiğinde "Ahsen-i takvim -en güzel, en yüce varlık" olma özelliğini yitirdiler; "esfelesâfilîn- aşağıların aşağısı, en dip" mertebeyi kabullendiler.
Allah Teâlâ, ilk insan Adem'i yarattığında, bütün meleklere "Ona (saygı mahiyetinde) secde edin" emrine uymadığı için huzurdan lanetlenerek kovulan Şeytan,
"Bundan böyle benim sapmama izin vermene karşılık, ant içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım. Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın." (A'râf 16-17) diyerek insanları doğru yoldan saptırma vaadini, cehenneme gireceğini bilerek yerine getirmeye koyulurken
İnsanoğlu ise peygamberleri, onlara gönderilen kitapları inkar ederek, yalanlayarak şeytanın yolundan adım adım gitmeye başladı.
Son peygamber olan efendimiz (s.a.s.), vefatından kısa bir süre önce 10 bin insana hitabı olan Veda Hutbesinde:

68