Belli ve geçerli bir inanca sahip olmayanların yaşamlarında hiçbir sınır yoktur.
İnanıp inanmamada, giyim kuşamda, yeme içmede; hangi fiilde bulunup bulunmama konusunda, inançları gereği bu düşüncedekiler özgürdürler.
Her şeyi yoktan var eden Allah, kıyamete dek geçerli son kitabı Kur'an'da, zevküsefadan başka hiçbir sorumluluğu bulunmayanları, sözüm ona hayvanlara benzetir:
"İnkârda ısrar eden kâfirler, dünyada zevk-ü safa sürüp geçinirler. Hayvanların yediği gibi (helal haram demeden) yerler, içerler ..." (Muhammed 12)
" Bunların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler; kulakları vardır ama onlarla işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar(A'râf 179)
Biz şimdi, sonları cehenneme kütük olacak inkârcıları konuşmayacağız.
Ve bunların da bize yönelik, bu yazımız hakkında ne söyleyeceklerine aldırış etme derdinde değiliz.
Bizim derdimiz, Hak indinde belli ve geçerli bir inancı kuşandığını söyleyenlere, yani bizleredir! Kıyamete kadar tahrif edilemeyen Allah'ın kitabı Kur'an elimizde. Son elçisi Peygamberimizin sünneti, Kur'an'la bütünleşen, "Yaşayan Kur'an" olan hayatı elimizde.
İnancımızın ve yaşantımızın esaslarını teşkil eden en temel iki kıstas! Bu iki temel kıstasımız Kur'an ve Sünnet hiçbir zaman değişmemiştir, değiştirilemeyecektir.
Zaman ve şartlar ne kadar değişse de Kur'an ve Sünnetin koyduğu ölçüler de bakidir, baki kalacak. Değişen zaman ve şartlarla sadece bu iki esasın günümüz diliyle daha iyi anlaşılmasına dair, Kur'an ve Sünnetin bağlamından ve mefhumundan kopmadan açıklıkgetirebiliriz.
Kur'an ve Peygamberimizin belirlediği, efendimizin seçkin sahabeleriyle uyguladığı ve sıkı sıkıya sarıldığı ve İcmâ-i Ümmet halini alan, Kıyâs-ı Fukahâ olarak bize ulaşan inanç esaslarından uzaklaşacak her türlü söylem ve duruş sakattır.
İnancımızın ve ona bağlı hayat biçimimizin tek ve ana amacı Allah'a kulluk ve O'nun rızasına nail olmaktır. Bu da ancak rızasına talip olduğumuz Mevla'mız Allah'ın koyduğu ve çizdiği esaslarla mümkündür.
Biz zamane Müslümanların inandığı esaslara göre değil de günün şartlarına uyarak, teslim olduğu yaşam biçimine uydurarak, adına da "İslam" ve "Müslümanlık" dediği bir inanış, Allah'ın koyduğu ve kesinliği inkâr edilmeyen hükümler çerçevesinde kabul görmez! Ne kendimizi ne de başkasını kandırmayalım.
Efendimiz ve sahabesi, hem Müşrik ve Kâfirlerle hem de Münafık ve YahudilerleEhli Kitapla beraber, aynı ortamı paylaştılar; beraber yaşadılar. Ama bu beraber yaşama süreçlerinde İslam'ın inanç ve anlayışı değişmedi; başkasının boyunduruğu altına girmedi!
Tam tersine yeri geldi, en ufak bir gevşeklikte azar yediler ve bu hallerini düzelttiler!
Şu ayetlere beraber bakalım.
"Zalimlerin (inkârî) yanında olmayın; sonra ateş sizi de yakar. Allah'tan başka dostlarınız olmadığına göre bir yerden yardım da göremezsiniz!" (Hûd 113)
"Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi alay ve eğlence konusu edinenleri ve kâfirleri dost edinmeyin. Eğer müminseniz Allah'tan korkun." (Mâide 57)
"Ey iman edenler! Şayet inkârı imana tercih ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi dahi dayanıp güvenilecek dostlar edinmeyin. İçinizden kimler onları dost edinirse, işte kendilerine kötülük edenler bunlardır"