İmansız ölene iman gömleği giydirmek kurtarmaz!
NUSRET REŞBER
İslam dini, insanları dünya ve ahiret mutluluğuna sevk etmek için gönderilmiştir.
İnsanların iki cihan saadetini yakalamaları için gelen böyle bir din, insanların kötülüğünü, zarar ziyana uğramalarını değil, iyiliğini ister, her iki dünyada da kazançlı çıkmalarını hedefler.
Başta peygamberler olmak üzere doğru yola girenler, tüm insanların kendileri gibi hakkı bulmaları için gayret sarf ederler. Bunun aksine bir düşüncenin, dünya ahiret mutluluğuna engel olacağını bilirler.
İnananların, bu davranışın kendilerine katkı sağladıklarına imanları tamdır.
Bunlar, tek örnekleri Hz. Peygamberin şu kavline bağlıdırlar: "Kim hidayete çağrıda bulunursa, kendisine tabi olanların sevapları kadar ona sevap verilecek ve tabi olanların sevaplarından da hiçbir şey eksilmeyecektir. Kim de dalalete davet ederse, kendisine tabi olanların günahları kadar günah ona verilecek ve tabi olanların günahlarından da hiçbir şey eksilmeyecektir." (İbn Mâce)
Bu sebeple hidayeti yakalayan bir müminin bu yöndeki ana düşüncesi, "Ben kazandım, herkes kazansın!" düşüncesidir. Bu duygu sadece mümine has bir olgudur.
Doğru yoldan sapanlarda ise, insanların dünya ve ahiret iyiliklerini istemenin zıddına, "ben yandım, benim gibi herkesin canı cehenneme!" düşüncesi hâkimdir.
Bu düşüncenin mimarı, "İblîs dedi ki: 'Bundan böyle benim sapmama izin vermene karşılık, ant içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım. Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın.'" (A'râf 716,17)
Bu düşünce, kötülüğü hayat biçimi kabul edenleri tam özetler nitelikte!
Allah Resûlü (s.a.s.), aralarında yaptıkları anlaşmaya bağlı kalmadıkları gibi zamanla ihanet eden, Müslümanların kuyusunu kazmaya çalışan Yahudileri, Medine'yi terk etmeleri için onlara süre tanıdı. O Yahudi kabilelerinden biri de Hayber Yahudileriydi. Onlar işi ağırdan alınca Hz. Peygamber üzerlerine ordu gönderdi ve onları kuşattı. En son görevlendirdiği komutan Hz. Ali'ye şunu tembihledi:
"(Ey Ali!) Tek bir kişinin senin irşadınla Müslüman olması, sana kızıl develer verilmesinden daha hayırlıdır."
O günün en değerli varlıklarından biri olan deveden kinaye ile bugünün en lüks araba ve villalarına denk düşen bu deyimle, Müslüman için diğer insanların iyiliğini istemenin ne kadar önem arz ettiğini ortaya koymada bu, yeterli bir örnekti.
Yukarıdaki girişi yaptıktan sonra rahatlıkla şunu söyleyebiliriz.
Normal yaşantısında Allah'ı tanımamış, peygamberi kabul etmemiş, hayatı boyunca İslam değerleriyle alay etmiş veya tiye almış birinin arkasında ne yapılırsa yapılsın faydasızdır!
İsterse İslam'ın kıblesi Mescid-i Haram veya Mescid-i Nebevi'de cenaze namazı, milyonlarca hacı tarafından kılınarak o kutsal mekânlara defnedilsin yine ona bir faydası olmaz!
Biz bunu biliriz ve buna böyle inanırız da bir kesime bunu kabul ettirmekte zorlanıyoruz.
Hayatı meyhanelerde, gazinolarda geçmiş, ayık dolaşmadığı bilinen biri veya hayatı kutsallarla mücadeleyle geçmiş biri, biraz da tanınan biriyse öldüğünde
Koşar adım, hiç uğramadığı camide salası verdirilir, sonra da camiye getirilir ve cenaze namazı da çoğu zaman cami cemaatine kıldırılır. Aynı yaşantı içinde olan yakınları, çevresi de caminin içine bile girmeye tenezzül etmezler, kenardan seyrederler.