Her zaman her yerde "Güçlü Müslüman"a ihtiyaç var
Nusret Reşber
Güçlü insan demiyorum. Zor kullanan, gücün arkasına sığınan müslüman veya her hangi bir insan da demiyorum. "Güçlü Müslüman" diyorum.
Mutlak güce sahip tek merci yeri/göğü içindekilerle beraber halk eden, onları bir düzen içinde sevk ve idare eden Allah'tır.
Allah inancı olan herkes bunda hemfikirdir.
Allah inancı tam olan insan, gücünü, variyetini Rabbinden aldığının farkındadır. Bu sebeple güce tapmaz, gücü kullanarak insanları kendine kul köle yapma derdinde olmaz. Allah vergisi olan tüm imkânları Allah için insanlığın, tüm mahlûkatın faydasına vakfeder.
Allah inancı olmayan ise bütün gücün kendisinde toplanmasını ister. Bu güce tapar; insanları bu güçle dize getirmekten zevk alır. Bu gücün karşısında hiçbir varlık tanımaz. Rabbine bile meydan okur!
Bu inkârcı güç sarhoşları, bundan sebep Müslümana hiçbir kapıyı açık bırakmazlar. Her fırsatta Müslümanı boğmaya çalışır, ilerlemelerine asla imkân tanımazlar!
Mal-mülk sahibi olmayı, ilim ve fende ilerlemeyi, hele idareyi ellerine almayı Müslümana hiç yakıştırmaz/layık görmezler; böyle bir durumda kahrolurlar.
Bunun için Müslüman ne edip edip kendini geliştirmeli; her konuda en iyisi olmalı. Meydanı kâfire, zalime, din-imandan yoksun olanlara bırakmamalı.
Allah Resûlü şöyle buyurur:
"Kuvvetli mümin, zayıf/güçsüz müminden daha iyi, daha üstün ve Allah'a daha sevimlidir." (Müslim, İbn Mace)
Hadisteki "Kuvvetli mümin" ifadesinden yalın olarak fiziki güç, kuvvet anlaşılmamalı.
"Müslüman, her alanda en iyisi; en güçlüsü en beceriklisi en yeteneklisi en ahlaklısı en bilgilisi en güveniliri ve inancı en güçlü olanı olmalıdır" şeklinde anlamalıyız.
Mala-mülke, kaba güce, mevki makama indirgenmiş güçten bahsedilmiyor burada. Onları en güzel, yerli yerince kullanmayı sağlayacak bir iradeden bahsediliyor.
Bu irade de, her şeyin üstünde sonsuz güç ve iradeye sahip olan yaratıcısı Allah'a sırtını dayayan Müslümanın iradesidir.
Zira kendisine verilen her şeyin geçici bir sınanma için verildiğinin farkında olan müslüman, her konuda en iyisine sahip olduğunda, bu yönde mücadele verdiğinde hem asli görevini yerine getirmiş olacak hem de tüm mahlûkata faydalı olacaktır.
İnanmayanların her hususta önde olmalarının neticesini ise bugün tüm dünya neye mal olduğunun şahididir. Kan ve gözyaşından geçilmiyor!
Bundan sebep Allah, inananları yeryüzüne mirasçı kılmıştır. Dünyayı idare ve sevk etme görevinin sadece Müslümanlara ait olmasını diliyor. Bunun için Allah güçlü Müslümanı sever!
Başta imanda, sonra ahlakta, ilimde/bilimde, zenginlikte en iyi olan Mümini sever.
Yüce Allah, bunun önemini şöyle bildirir: "Allah'ın ve sizin düşmanlarınızı ve onların gerisinde olup sizin bilmediğiniz, ama Allah'ın bildiklerini korkutup caydırmak üzere, onlara karşı elinizden geldiği kadar güç ve savaş atları hazırlayın…". (Enfâl 8/60)
Dolayısıyla yalın olarak değil de, imanlı ve fiziki yönden güçlü olanı Allah sever.
Peygamberimiz, İslam'ın ilk yıllarında, "Allah'ım, şu iki adamdan -Ebû Cehil ve Ömer b. Hattâb'tan- sana en sevimli olanı ile İslam'ı güçlendir" (Tirmizî, Müsned) diye dua ediyor.
Nitekim önce amcası Hz. Hamza, sonra da Hz. Ömer'in Müslüman olmasıyla İslam daha güçlü hâle geldi, Müminler daha özgürce hareket etme fırsatı yakaladılar.