Hayat sabır taşlarıyla döşelidir
NUSRET REŞBER
Sıkıntısız, meşakkatsiz bir hayat yoktur. Sıkıntı çekilmeden, zorluklara göğüs gerilmeden ve gerektiğinde iliklere işlercesine bedel ödenmeden hayattan meyve devşirilemez! Çilesiz, meşakkatsiz, kolayca kazanılan hayatta da, mal-mülk, parada da fayda beklenmez; geldiği gibi gider.
Atalarımızın çektiği sıkıntıların binde biri bugün mevcut değil. Aynı zamanda onların hayatlarındaki mutluluğun da bugün eseri kalmamış.
Köylüsü, çiftçisi, sanatkârı binbir emekle yarına tohum bırakır, meyvesini de o denli keyifle toplar; hem yer hem de eşe dosta herkese güzel hediyeler sunarak mutlu olurdu.
Elde avuçta az da bulunsa gönülleri zengindi. Azla mutlu olmayı, azla geçinmeyi öğrenmişlerdi.
Her şeyden önemlisi "az olsun temiz olsun, her şeyden önce helal olsun" prensibindeydiler.
Zor şartlarda hayatlarını kazanan, yaşayan çilekeş ecdadımız, hasbelkader gelen sıkıntılara da aynı metanetle göğüs germeyi bilirdi.
Bir kaşık suda kıyamet koparmayı değil, dağların taşıyamayacağı yüklere sabırla mücadele verirdi.
Hayata adım atarken böyle, evini geçindirmeye, çoluk çocuğunun rızkını kazanmaya didinirken böyle, yuva kurarken ve o yuvanın ayakta kalması için mücadele verirken de aynı hassasiyeti gösteriyorlardı.
Büyüklerin sevgisini küçükler saygıyla karşılık vererek doldururdu. Eşler arasında da sevgi saygı, birbirlerine güven duygusu hat safhadaydı. Herkes durduğu yeri bilir, kendi işine odaklanırdı.
Bir problem olduğunda "mal bulmuş mağrip gibi" yaygara koparmaz; işin aslını, esasını öğrenmeden suizan ile düşman kesilmezdi. Ne her şeyde suizan ve şüpheyle meseleye yaklaşır ne de şüpheye mahal bırakırlardı.
Anne-baba çocuklarını evlendirmeden önce, "evladım evlilik işi, yemek gibi bir iş değildir ki sevdiğini/istediğini yiyesin, sevmediğini/istemediğini yemeyesin, atasın. Evlilik, acısıyla tatlısıyla bir hayat boyu paylaşmaktır, yepyeni ve son nefese kadar sürecek bir düzen kurmaktır…" nasihatini yapardı. Bu titizlikle çocuklarına eş bulur, bu hassasiyeti korumaya gayret ederdi.
Tıpkı Hz. peygamberin (s.a.s.), torunu Hasan'ın çocuk haliyle ağzına attığı bir hurmayı "Biz Âl-i Muhammed'e sadaka/zekât helâl değildir." buyurarak ağzından çıkardığı gibi atalarımız da kendisi ve ailesinin midesine haram lokma girmemesi için titizlikle helal-harama riayet ederlerdi.
Evet, hayat dünden bugüne çok değişkenlik gösterdi.
Yeni nesil zorluklara katlanarak, helal-haram hassasiyeti göstererek kazanma derdinde değil. Çarçabuk zengin olma, her istediğini hemen elde etme derdinde. Bir işte sebat yok. Bir mesleği en güzel biçimde öğrenip, ekmeğini helalinden kazanma endişesi taşımıyor.
Anne babalar da eskisi gibi değiller. Çektikleri sıkıntıların hiç biriyle çocuklarının yüz göz olmalarını, kendi yağıyla kavrulmalarını istemiyorlar.
Çocuğum hiç sıkıntı çekmesin, rahat etsin derdindeler. Bununla en büyük kötülük yaptıklarını bilmemekteler.
Bunu gören çocuk, bir adım ilerisini dahi arabasız gitmek istemiyor. Sokağın başındaki markete bir ekmek aldırmakta zorlanıyor insan. Yuva kurmalarına yeterince hassasiyet gösterilmiyor. Dikkat edilmeden yapılan evliliklere de mutlu huzurlu bir şekilde devam etsin diye destek sağlanmıyor.
Her ebeveyn, (kız veya erkek tarafı) kendi çocuğunu kolluyor, koruyor. Böyle bir evlilik bazen başlamadan bitiyor bazen de kavga gürültüyle mahkemelerde sönüveriyor.