Değerlerine Fransızlar

Dünya zifiri karanlıktı

Güçsüzler, insanlığın nasip olmadığı kuvvetlilerce aşağılanıyor, hiçbir yaşam hakkı tanınmıyordu.

Kumar, sihir, fal oklarına inanç; fuhuş, faizle kazanç; adam öldürme, kan davası ve intikam, kız çocuklarını öldürme, kadınların meta gibi elden ele dolaşması yaygındı.

Allah'tan başka tanrı edinmeler, melanetlerini temize çıkarma kandırmacasıydı.

Milliyetçilik, kavmiyetçilik maharet sanılıyordu.

Bu ananelerin dışına çıkmak ise suçtu.

Hele hele yeni gelen dine uymak affedilemez bir tutum kabul ediliyordu.

Köhneleşmiş mevcut inanç ve gelenekleri reddedenler, içinde bulundukları sosyal ve ekonomik duruma göre saldırıya muhatap oluyorlardı.

Bütün bu davranışlardan insanları uzaklaştırıp, Allah'ı birleme ve tek ilâh bilme inancı olan tevhide, yeni din İslam'a insanları çağıran peygamber ve O'na tabi olanlar linç kampanyasıyla karşılaşıyor, çeşitli işkencelere tabi tutuluyordu.

O günün müşrik ve münkirleri, gelen dinin hak olduğunu bile bile, inanmak ve kabul etmek istemiyor, ret ve inkârı tercih ediyorlardı.

Şunu bir türlü akılları almıyordu:

Arap yarımadasında daha imtiyazlı, variyetli, okuma yazma bilen, edebiyatta derece almış insanlar varken Allah, ümmi olan, yetim büyüyen; üstelik variyetli de olmayan Muhammed (s.a.s.) gibi birine mi peygamberlik verecekti!

Aslında DNA'larında inkârcılık vardı bunların.

Muhammed (s.a.s.),kendisine daha peygamberlik verilmeden önce, gençliğinde mayasına göre yön bulmuştu; "Hılfıl-fudül" Faziletliler heyetinde bulunmuştu.

Tabiatları gereği hakka karşı tutum sergileyenler ve geçmişte bu faziletliler heyetinin muhatabı olanlar ise bugün O'nun Risâlet'ini de kabul etmeyeceklerdi, getirdiği hakikatleri de

Haksızlık yapmak, hak ve savunucularını her fırsatta karşıtlık kabul edenlerin ekseriyetinin içinde bulunduğu müşriklerin önde gelenleri aralarında bu yeni dine ve peygamberine karşı nasıl bir tutum sergileyeceklerini istişare ettiler.

Azılı müşrik Velid b. Muğîre'nin teklifiyle diğer müşriklerin ileri gelenleri Utbe b. Rebî'a, Ebû Cehil ve Ümeyye b. Halef'in de aralarında olduğu 17 kişilik heyet şunu konuşuyor:

"Acaba sihirbaz mı desek, kâhin mi desek. Yoksa mecnun mu desek"

İşin içinden çıkamıyorlar, akılları almamasına rağmen, "Muhammed'e 'sihirbaz' diyelim" diye ittifak ediyorlar.

Kur'an onların o şaşkın hallerini şöyle haber veriyor:

"O, düşündü taşındı, ölçtü biçti. Kahrolası, ne biçim ölçtü biçti! Sonra yine kahrolası ne biçim ölçtü biçti! Sonra baktı. Sonra kaşlarını çattı, suratını astı. En sonunda sırtını dönüp gitti, gururuna mağlup oldu. 'Bu, dedi, olsa olsa eskilerden nakledilmiş bir sihirdir' " (Müddessir 18-25)

Bu inkârcılar, bu tutarsızlıklarına rağmen peyderpey inen Kur'an'ın ayetlerine de ilgisiz kalmak istemiyorlar.

Kimi zaman Kâbe'de namaz kılarken, kimi zaman da kendi evinde ibadet ederken gizlice gelip peygamberi, Kur'an'ı dinliyorlar.

Duydukları kendilerini büyülediği halde, söylenenlerin, haber verilenlerin insan sözü olamayacağını bildikleri halde inkârı yeğliyorlar.

Bu halini de Kur'an haber veriyor:

"İnkâr edenler: 'Bu Kur'an'ı dinlemeyin; okunurken gürültü çıkarın; belki üstün gelirsiniz!' dediler."