Rahmetli Üstat Necip Fazıl ne güzel ifade etmiş: "Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir; Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir."
Üstadın ifade ettiği gibi zaman da akar, insanın tükettiği ömrü de
Ve fakat akan bazı şeyler aktıkça değişikliğe uğrar, bazı şeyler de değişikliğe uğramadan, kendilerine tahsis edilen mecrada akar.
İnsanın müdahalesinin fevkinde olan gezegenler mesela böyledir:
"Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri (kendine has) bir yörüngede yüzüp gider." (Yasîn 40)
Ancak onlar da bu kâinatın sahibinin yeter diyeceği zamana kadar.
Nihayetinde bir emirle akıp gittikleri gibi yeni bir emirle de yörüngelerinden çıkacaklar.
Tekvîr ve İnfitâr surelerinde bir emir doğrultusunda şaşmadan yörüngelerini izleyen kâinatın halden hale geçeceği anlatılır.
"Güneş, dürüldüğü zaman, Yıldızlar, bulanıp söndüğü zaman, Dağlar, yürütüldüğü zaman Denizler kaynatıldığı zaman Amel defterleri açıldığı zaman, Gökyüzü (yerinden) sıyrılıp koparıldığı zaman, Cehennem alevlendirildiği zaman, Cennet yaklaştırıldığı zaman, Herkes önceden hazırlayıp getirdiği şeyleri bilecektir" (Tekvîr 1-14)
"Gök yarıldığı zaman, Yıldızlar saçıldığı zaman, Denizler kaynayıp fışkırtıldığı zaman, Kabirlerin içindekiler dışarı çıkarıldığı zaman, Herkes yaptığı ve yapmadığı şeyleri bilecek..." (İnfitâr 1-5)
Ve insana bunlar haber verilirken şu soru yöneltilir: Hal böyleyken "Ey İnsan! Her şeyi sana cömertçe veren Rabbine karşı seni aldatan nedir" (İnfitâr 6)
Evet, bu dünyada herkes istediği ölçüde yaşamını sürdürmektedir. Çok az insan yaratılış amacına yönelik, ona en yakın çalışma gayreti içindeyken çoğu insan da tersi istikamette hayat tüketir.
İnsanın varoluş tarihinden bugüne farklı istikamette sürüp giden bu hayat mücadelesi, Kâinatın sahibinin "dur!" demesiyle son bulacaktır.
Buna, biz inananlar Rabbimizin tanımlamasıyla "Kıyamet" diyoruz.
Kıyametin kopuşu, bitmez sanılan dünya hayatının sonudur!
Aslında insanın büyük kıyameti beklemesine de gerek yoktur. Zira herkesin kıyameti, ölüm denen gerçeğin onun kapısını çalmasıyla gerçekleşir.
Ve bu sebeple ölüm ve sonrasına inanan, her şeyin bir hesabının olduğunu da kabul eder ve hayatına da bu doğrultuda yön verir. Kendini kontrol edebildiği kadar o güne hazırlıklı olmaya çalışır.
İnanmak istemeyen ise böyle bir sorumluluk taşımaz.
Dahası kendini sorumlu tutmak istemeyen, böyle bir gerçeği, apaçık delillere rağmen inkâr eder.
O zaman böylesinebevi ifadeyle, "Utanmadıktan sonra dilediğini yapabilirsin!" kalıbına girer.
Bu da yetmez! Önüne gelen herkesi bu sapkınlığına alet ederek kendisi gibi yapmak ister. Öyle yaptığında, yani inkârcılar, kötüler çoğaldığında kendisinin haklı olduğunu sanır; en azından bununla avunur.
"Âdem için saygı ile eğilin!" emrine karşı çıkan inkârcıların öncüsü İblîs de öyle yapmıştı. Ve ilk çığırı o açmıştı.
"İblîs dedi ki: 'Bundan böyle benim sapmama izin vermene karşılık, ant içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.' " (A'râf 16)
Hesap gününe inanan insan, Üstadın ifadesiyle; nurlu yolu seçeraktığı yolu nura çevirir.
Tattığı iyiliği güzelliği etrafa saçarsatar.
Bütün insanlığın iyilerden olmasını ister; bilir ki bu imanının gereğidir.