Hindistan ve Pakistan, İsrail ve Filistin gibidir; barış mümkün değildir
Fitneci devletler yüzünden, savaşsız; katliamsız gün geçmiyor. Herkese, "Bir tek nükleer tehdit eksikti" dedirten Hindistan-Pakistan çatışması; çok şükür "savaş" aşamasına geçmedi. Ama bu iki ülke arasında "kalıcı" bir barış maalesef mümkün değildir! Yine kriz yaşanacağından kimse şüphe etmemelidir.
Çünkü anlaşmazlıklar "doğuştan"dır! Türkiye'nin etrafına fitne tohumu ekenler, bu ülkelerin sınırlarını da mayınlarla çizmiştir. "Patlama"lar bitmeyecektir!
BU FİTNENİN ALTINDA DA İNGİLİZLER VAR!
Türkiye'de pek bilinmez ama doğuştan hasımlar Hindistan ile Pakistan ve bitmeyen kavganın kaynağı olan Keşmir, Cumhurbaşkanlığı Forsu'nda "Babür İmparatorluğu" adıyla yer alan Türk-İslâm devletidir!
Babür Şah'ın 1526'da kurduğu bu devleti, sömürgeci İngilizler işgal etmek istiyordu. İlk teşebbüsü, 1556'da tahta çıkan Ekber Şah zamanında yapmışlardı. Tıpkı Osmanlı'yı çökertmek için Vehhabiliği kurdukları gibi; Hristiyanlık, Zerdüştlük, Hinduizm, Budizm parçalarından oluşan "Din-i İlahi" isimli ucubeyi de, 1582 yılında Ekber Şah'a kabul ettirmişlerdi.1
(Benzer bir sapıklığı, tam 400 sene sonra Türkiye'de "Dinler Arası Diyalog" adıyla dizayn edecek ve "Gizli Kardinal" Fetullah Gülen ile piyasaya süreceklerdi!)
Neyse ki Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi Vesellem), bin yıl sonra gelerek İslâmiyet'i güçlendireceğini müjdelediği İmam-ı Rabbanî Hazretleri (Kuddise Sirruh) (1564-1624) Müslümanların imdadına yetişmiş ve bu sapıklığı; yayılmadan temizlemişti.
ORADA DA ÖNCE "TİCARET"LE BAŞLADILAR!
İngilizler, İslâm'ın yeni merkezi haline gelen Babür Devleti'ne pis tırnaklarını geçirmişti bir kere! III. Selim Han'dan aldıkları gibi Ekber Şah'tan da "şirket ve ticaret" imtiyazı koparmışlardı. Tapınakçıların desteğiyle Hindistan ekonomisini hızla ele geçirmiş ve geniş araziler edinmişlerdi. Derken; hıyanet tiyatrosunun son sahnesini devreye sokarak, varlıklarını koruma bahanesiyle; peyderpey asker getirmişlerdi!
Her yerde, farklılıkları tahrik ederek kamplaşmayı körükleyen şeytanî zekâ, Hindistan'ı da böyle parçalamıştı! Her kesime, "Siz daha üstünsünüz" diyerek, kitleleri çatıştırıyorlardı! Çünkü birbirleriyle uğraşanların, işgalcilere karşı birleşemeyeceğini iyi biliyorlardı!
MÜMİNLERİ VE HİNDULARI BİRBİRİNE DÜŞÜRDÜLER!
Her yerde uyguladıkları "Parçala, hâkim ol ve imha et" hıyanetini burada da tekrarlamış, İslâm adaletinde huzurla yaşayan Hinduları, "Hindistan'ın gerçek sahibi sizsiniz. Müslümanlar, tanrılarınızı kurban ediyor! Daha ne kadar göz yumacaksınız" tahrikleriyle kışkırtmışlardı!
Her kurban bayramında, devşirilmiş hocalara(!); "İnek kesmek 7 koyun kesmekten daha makbuldür" dedirtirken, Hindulara da, "Tanrılarınızı kurban ettirmeyin" diyerek kanlı çatışmalar çıkarıyorlardı. Sokaklarda Müslüman çocukların katledilmesini, kahkaha atarak izliyorlardı!
Bir bayram öncesinde sarıklı ve cübbeli iki kişi, bir inek ile özellikle Hindu mahallesinden geçerek bu ineği kurban edeceklerini söylemiş, Hindular da, "Yetişin tanrımızı katledecekler" diye Hinduları toplamıştı. O sarıklılar ise "Müslümanlar yetişin kurbanımızı alıyorlar" diye bağırmıştı. İki taraf birbirine girmiş; görevini tamamlayan sarıklılar da, İngiliz elçiliğine gitmişti!
Bu operasyonların baş mimarları Sir John Strachey, bu yüzden "Hindistan'daki en büyük gücümüz, iki düşmanın yan yana yaşaması" demişti.
İNGİLİZLERE İNANDI, YAŞAMADIĞI ACI KALMADI!
Hâkimiyeti arttırdıkça küstahlaşmış; sonunda Hükümdarın adını paradan kaldırmışlardı! Daha fazla dayanamayan II. Bahadır Han, Ocak 1857'de "seferberlik" başlatmıştı. İlk adım olarak, adını; paraya tekrar yazmış ve hutbeyi esaretten kurtarmıştı!
Ne hazindir ki, Hindistan'daki Müslümanları katletmek için İngiltere'den getirilen silah ve askerlerin Mısır'dan geçmesine ise, Sadrazam Mason Reşid Paşa izin vermişti!
Bu silahların işgalci İngilizleri daha da güçlendirmesi üzerine, devşirme komutan Mirza Bahş, ordudan ayrılıp İngilizlere teslim olursa affedileceği yalanını söylemiş, Bahadır Şah da; büyük bir hata yaparak 20 Eylül'de ordudan ayrılmış ve Delhi yakınlarındaki Hümayun Şah Türbesi'ne sığınmıştı.
İngiliz Ordusu'nda istihbarat subaylığı yapan Papaz Hudson, bu haberi bekliyordu! İngiliz askerleriyle Hümayun Şah Türbesi'ne gitmiş ve Bahadır Şah'a, teslim olursa kendisine ve ailesine dokunulmayacağına söz vermişti! Bahadır Şah maalesef teslim olmuş ve Delhi'ye getirilerek Kale-i Mualla'ya hapsedilmişti.
Öte yandan Şah'ın üç oğlunu öldürüp kanlarını içen Papaz Hudson, cansız bedenlerini de aynı kalenin kapısına asmıştı. Bir gün sonra ise başlarını keserek Hindistan Sömürge Valisi Henry Bernard'a göndermişti!
Hudson yamyamı, hapiste iki gün aç tuttuğu Bahadır Şah ve hanımına "çorba" ikram etmişti! Ancak bütün açlıklarına rağmen ağızlarına almalarıyla çıkarmaları bir olmuştu. Biraz sonra yanlarına gelen Papaz, "Niçin içmediniz Çok güzel çorbadır. Oğullarınızın etinden yaptırdım" diye alay etmişti! Meğer oğullarının kesik başını Vali'ye göndermeden önce kaynattığı suyu vermişti.
Delhi'de 3 bin Müslümanı kurşunlayarak, 27 bin kişiyi ise keserek şehit eden İngilizler, diğer bölgelerde de sayısız katliam yapmıştı. II. Bahadır Şah'ın 1862'de zindanda vefatıyla, Babür İmparatorluğu tarih sahnesinden çekilmişti!
Reşid Paşa'nın desteğiyle bu İslâm devletini yıkan İngilizler, sonraki operasyonları da, Osmanlı'yı; Midhat Paşa vasıtasıyla 93 Harbi'ne sokarak tamamlamıştı. Abdülhamid Han'ın asla istemediği bu savaş, sadece Türkler için değil bütün Müslümanlar için bir felâket olmuştu!
İngilizlerin zulmü elbette Hindistan ile de sınırlı değildi. Gaziantep Tapu Kadastro Müdürü Eyyüb Sabri Bey'in 1978'de İstanbul'da yayınlanan "Esaret Hatıraları" kitabında anlattıkları, İngilizlerin aynı zamanda ahlâk yoksunu olduğunu göstermektedir:
"1919'da, Mısır'ın Abbâsiyye Hastanesi'nde, benim de aralarında bulunduğum 20 binden fazla Müslüman esiri anadan doğma soyarak, İngiliz binbaşının önünden geçirdiler. Hoca Abdullah Efendi, 'Hiç olmazsa edep yerlerimizi mendille örtmeye izin verin' diye çok yalvardı ama alay ettiler. Yafa Belediye Başkanı Ömer Baytar Efendi ve birçok âlim ve şerîf de aramızdaydı."2
İSLÂM'I ANLATAN KİTAPLARI VE ÂLİMLERİ YOK ETTİLER
İlk yıllarda Müslümanlara saygı(!) gösteren; camileri tamir eden İngilizler, hâkimiyeti sağladıktan sonra bütün medreseleri kapatarak İslâmiyet'i unutturmuş; kurdukları Kadıyanîlik gibi bozuk fırkaları da, cahil bıraktıkları insanlara "İslâm" diye yutturmuştu!
İkinci adımda ise 165 Misyoner koleji açarak, yeni nesilleri İslâm düşmanı yetiştirmiş ve devlet yönetiminde özellikle bu ilericileri(!) görevlendirmişlerdi.
Diğer taraftan da "devlet eliyle" soygun başlatmış, asırlardır muhafaza edilen eşya ve hazineleri gemilerle Londra'ya taşımışlardı. Tam bir yağma mantığıyla hareket ediyor, hiçbir tarihî esere ve kültürel değere acımıyorlardı. Şah-ı Cihan'ın, hanımı Ercümend Banu (Mümtaz Mahal) için yaptırdığı meşhur "Tac-Mahal"in duvarlarındaki elmas, zümrüt ve yakut gibi mücevheratı bile söküp götürmüşlerdi.