Hâlâ anlamadınız mı Gezi, 'SİVİL 28 ŞUBAT'tır!

Osmanlı'yı asırlarca yıkamayan Haçlılar, içten çürütmeyi başarmıştı. Yani; savaşa gerek kalmamış; içine saldıkları "kurt"ların çürüttüğü elma, kısa süre sonra önlerine düşmüştü!

İngiliz Yahudi ittifak, bu "kullanışlı" yöntemi yeni Türkiye'de de; kuruluşundan itibaren uygulamıştı. Derin İngiliz Lord Curzon'un, "Türkleri kendimize bende yapalım, menfaatlerimiz için kullanalım" raporu, tam da bunu ifade ediyordu. Vahim ayrıntıları bu linkten okuyabilirsiniz:

https:www.star.com.tryazarcurzonun-1919-ocakta-yaktigi-ates-turk-milletini-hala-yakiyor-yazi-1921257

Anne tarafından Yahudi olan Churchill'in "Türkiye solarsa sulayın, büyürse budayın" taktiği ise, bir asırdır yaşadığımız "vesayet işgali"nin özetidir. Ne zaman istikrara kavuşup şahlanmaya kalkmışsak; farklı "çelme"lerle tökezletildik! Bu amaç için, zamanın ruhuna göre "Atatürkçüler"den "Cemaatçiler"e; hatta "Çevreciler"e kadar herkes kullanıldı.

Başımıza gelenlerin tamamen içeride başlayıp biten operasyonlar olduğunu düşünmek ahmaklıktır. Zira bilhassa bu bölgedeki sınırların, emperyalistler için bahçe duvarı kadar bile önemi yoktur. Yani Türkiye'deki bir darbe veya toplum mühendisliğinin mutlaka bölgemizle de bağlantısı vardır.

YENİ HAÇLI SEFERİNİN ADI "ARAP BAHARI"

Nitekim, dünyanın öbür yakasındaki 11 Eylül 2001 saldırıları, "Orta Doğu'yu yeniden dizayn seferberliği"nin habercisiydi! "En büyük şüpheli" ABD, ilk etapta Afganistan ve Irak'ı işgal etmiş ve "Bölgeyi Büyük İsrail'e hazırlama" harekâtını tamamlamak üzere de "Arap Baharı Operasyonu"nu başlatmıştı.

Bu sefer "uzaktan kumanda" yöntemi uygulanacaktı! Haçlı Siyonist ittifakın dünyayı dizayn etme hedefi doğrultusunda, birçok devlette "kadife" darbeler yapan George Soroz'un (Açık Toplum Enstitüsü) parası ve Gene Sharp'ın (Albert Einstein Enstitüsü) sinsi yöntemleri kullanılacaktı!

Gene Sharp, "Şiddet Dışı Eylem Politikası" dese de aslında "silahsız darbe"nin kitabını yazmış bir sosyolog ve siyaset bilimci idi. "Sivil İtaatsizlik" maskeli bu kalkışmalar, birçok ülkede uygulanmış ve darbeyle sonuçlanmıştı.1

Yine insanların memnuniyetsizlikleri üzerinden düzenledikleri sokak gösterilerinde, "SMS ve sosyal medya ile eylem organize etmek, öğrencileri meydanlara çekmek, ülke liderini 'diktatör' ilan etmek" gibi Sharp taktikleri uygulanmıştı.

Zulüm ve baskı altında inleyen Araplara "Bahar" vaat etmişlerdi. Herkes, "İslâm dünyası, diktatörlerden kurtulacak" diye seviniyordu ama kimse "Batı, kendi vesayet iktidarını kendi eliyle niye yıksın" diye düşünmüyordu!

Tunus'ta M. Buazizi isimli seyyar satıcının 17 Aralık 2010 tarihinde kendini yakmasıyla başlayan gösteriler, hızla büyümüş ve 24 yıldır ülkeyi yönetmekte olan Zeynel Abidin bin Ali, 14 Ocak 2011 günü ülkeden kaçmak zorunda kalmıştı. Yeni yöntem, askerî darbelerden bile hızlıydı!

"Arap Sonbaharı" adeta "seri üretim"e geçmişti. Tunus'taki coşku Mısır'a taşınmış ve 30 yıllık "Mübarek Diktatörlüğü", 25 Ocak'ta başlayan gösterilere ancak 15 gün dayanabilmişti!

Gösteriler Yemen'e sıçramış ve 33 yıllık Ali Abdullah Salih'in sonunu hazırlamıştı. Yemen, yıllarca sürecek bir vekâlet savaşının arenası olmuş, çocuklar açlıktan ölmüştü ama olsun; ülkeye "bahar" gelmişti!

14 Şubat'ta Bahreyn'de başlayan gösteriler 17 Şubat'ta da Libya'ya sıçramıştı. Kaddafi'nin sert karşılık vermesi üzerine "B Plânı" uygulanmış; direnişçiler silaha sarılmıştı. Bu fırsatı bekleyen Batılı devletler, 19 Mart günü Paris'te toplanarak, "Uluslararası müdahale" adı altında "işgal" kararı almıştı. Nihayet Kaddafi 20 Ekim'de aşağılanarak öldürülmüş, yalvaran görüntüleri âleme ders için servis edilmişti.

Arap Baharı ile özgürlüğe(!) kavuşan bu ülkelerde, kısa süre sonra eski diktatörler mumla aranmıştı!

Mısır'da ise "bahar"ı iyi değerlendiren halk, 17 Haziran 2012 seçiminde Muhammed Murs'i'yi yüzde 52 oyla başkan seçmişti. Ancak Mursî'nin millî ve yerli icraatları, "bahar" rüzgârı estirenlerin istediği yönde gitmiyordu! Mesela Gazze'nin; nefes borusu mesabesindeki tünelleri açmıştı. Duruma derhal el koyan ABD, Mursi'nin çok güvendiği için "Savunma Bakanı" tayin ettiği Abdülfettah es-Sisi'yi kullanarak darbe yapmıştı!

SON "BAHAR" GELDİ; SINIRIMIZA DAYANDI!

Yalancı bahar rüzgârı, Libya ile eş zamanlı olarak güney komşumuz Suriye'de de esmeye başlamıştı. Batı kaynaklı binlerce SMS ve e-maille sokaklara dökülen Suriyelilerin üzerine, 15 Mart 2011 günü Dera'da yaylım ateşi açılmıştı. Nusayrî diktatörlüğü, kendi halkını öldürme konusunda çok tecrübeliydi! Nitekim her gün tırmanan katliamlar, ülkeyi iç savaşa sürüklemişti. Halkın neredeyse yüzde 90'ı Baas diktatörlüğüne karşı ayaklanmıştı ama Beşar Esad, ülkesini ve milletini feda etme pahasına koltuğu bırakmamaya kararlıydı.2

Sünnîlere karşı asırlardır birikmiş öfkesini kusmak için fırsat kollayan İran'a, "sıcak deniz" hayali kuran Rusya'ya ve İsrail'e müteahhitlik yapan Amerika'ya Suriye'yi peşkeş çeken Esad, Türkiye düşmanlığını da, sınır boyunca yerleştirdiği PKK teröristleri üzerinden devreye sokmuştu.3

Her şey tam da İsrail'in yazdığı senaryoya göre ilerliyordu. "Büyük İsrail" sahası, hallaç pamuğu gibi atılmış; "tek engel" Türkiye ise, dışarıdan PKKYPG; içeriden FETÖ vasıtasıyla bloke edilmişti.

Haçlı Siyonist ittifakın da "birikmiş" hesabı vardı. Sulayarak; budayarak kontrol ettikleri Türkiye, 2000'li yıllardan itibaren aykırı gitmeye başlamıştı. Özellikle, 52 yıldır devam eden ve 37 hükümetle 8 Cumhurbaşkanı eskiten "IMF mahkûmiyeti"miz, 14 Mayıs 2013'te ödenen 426 milyon dolarlık son taksitle sona ermiş ve en üst seviyeden "bir daha asla" iradesi ortaya konmuştu!4

Yine, en güçlü vesayet zinciri olan savunma sanayiinde de yerli üretim oranı yüzde 20'den yüzde 70'lere tırmanmıştı! Bu ve daha nice icraatlar, 80 yıldır "bende"si olduğumuz Batı'ya karşı en büyük meydan okumaydı!

Türkiye'nin uzayan kolları dipten kesilmeliydi! Yani başı belaya girmeli ve etrafında olup bitenlere bakacak hali kalmamalıydı. Bu da ancak; Türkiye'yi vesayet zincirlerinden kurtaran Erdoğan'ın alaşağı edilmesiyle mümkündü! Zaten memnuniyetsizler artmış tahrik ortamı oluşmuştu!

Aranan fırsat; Taksim'de ortaya çıkmıştı. Taksim trafiğini yeraltına indirme çalışmaları sırasında Gezi Parkı'ndaki 10 kadar ağacın yeri değiştiriliyordu. "Arap Baharı" tecrübesi ve sosyal medya marifetiyle yayılan "Taksim'de ağaç katliamı yapılıyor" yaygarası sonuç vermiş; 27 Mayıs 2013 tarihinde başlatılan "Gezi Kalkışması", bütün muhaliflerin desteklediği bir "Türk Baharı"na dönmüştü. "Zulüm 1453'te başladı" afişleri, kalkışmayı hangi "çevre"nin yönettiğini haber veriyordu!

FETULLAHÇILAR GEZİ ATEŞİNE BENZİN DÖKTÜ!

Açık Toplum Vakfı kurucusu Osman Kavala'nın, Taksim Dayanışma Platformu üzerinden; Gene Sharp taktikleriyle koordine ettiği Gezi Kalkışmasına CHP; HDP ve PKK doğrudan katılmış, FETÖ ise; aynen 28 Şubat Darbesi'nde olduğu gibi sinsice en büyük desteği vermişti! Çünkü Fetullahçı emniyet mensupları, "çevre hassasiyetli bir protesto"yu, Türkiye geneline yayılan "vahşi bir kalkışma"ya dönüştürmüştü!5

Zira Gezi Parkı'ndaki eylemlerin sadece "oturma" şeklinde devam ettiği 30 Mayıs sabahı saat 05.00'te Taksim'e TOMA'lar eşliğinde dalan "emniyet timleri" adeta "Oturmayın; saldırın" demişti. Polis üniformalı Fetullahçılar, oturan gençlere yoğun biber gazı sıkarken, gaz maskeli ve sivil giyimli iki kişi de, içinde uyuyanların olduğu çadırları, benzin dökerek yakmıştı.6

İzmir'de gazdan etkilenerek yere düşen göstericiler "çivili sopa"larla acımasızca dövülmüştü. Bu tahriklerle bütün Türkiye'ye yayılan olaylar 112 gün devam etmişti.7

18 Aralık 2014 tarihinde, İstanbul 51'inci Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülen davada, Emniyet Müdür Yardımcısı Ramazan Emekli'nin, çadırları toplayan zabıta komiseri Mustafa Sarı'ya "Toplamakla uğraşmayın, yakın gitsin" talimatı verdiği ortaya çıkmıştı.8

Diğer Müdür Yardımcıları Mithat Aynacı ve Yunus Dolar'ın yönettiği müdahalelerde ise, oturan göstericilere yakın mesafeden 150 bin biber gazı ve 300 ton su sıkılmıştı. Bu 3 Fetullahçı, 17 Ağustos 2016 tarihli KHK ile ihraç edilmiş; CHP lideri Kılıçdaroğlu da göreve iade sözü vermişti!