Noel katliamı kâbusu

Kırk yıllık gazeeciyim, böyle itiraf duymadım.

Guardian yazarı Jane Martinson; "Haberlere artık tahammül edemiyorum!" diyor.

Dünyada 4 kişiden 1'inin haber duymak istemediği saptanmış.

Martinson da; "Alın benden de o kadar!" diyerek ekliyor: "Yorum yazarı olmama karşın, haberlere ben de katlanamaz oldum. Geçen gece BBC'de birkaç başlık izledikten sonra, haber saatini zaplayarak bir komedi aramaya koyuldum!"

"Bizim için haber niteliği yok" diye düşünebilirsiniz. Nicedir çevremizde "Artık haber izlemiyorum!" diyen çok insan tanıyoruz.

Guardian yazarının değerlendirmesi iki açıdan dikkatimi çekti:

1. Bizim gibi sadece yandaş yayın organlarınca kuşatılmış ülkelerde değil, dünya genelinde haber takibinin işkenceye dönüşmüş olması.

2. Bu işkencenin Anglosakson medyasının en ciddi ve ağırbaşlı yayın organlarından birinde "yazan" meslektaşlara değin sirayet etmesi, paylaşılması ve dillendirilmesi.

Bir yandan bir rahatlama hissettim.

İfade özgürlüğünün ağır yaptırımlarla baskılanmadığı, bir örnekleşmediği, görece öngörülebilir bir ülkede yaşayan bir gazeteci-yazar bile böyle bir "yetti gayri!" noktasına gelmişse eh, Türkiye koşullarında bizlerin artık TV'lerde haber-yorum adına hiçbir şey izleyemiyor olmamız çok normal.

KORKUNÇ DÜNYADA NASIL YAŞAYACAĞIZ

Beri yandan, "demokrasinin beşiği" varsayılan İngiltere'de dahi işlerin bu noktaya gelmesi, rahatsızlığımı ve tedirginliğimi arttırdı.

Gezegen zira artık öyle devasa belirsizlikler, kırılmalar ve savrulmalar içine girdi ki-görece!-ekonomik standartlar ve hukuk devleti güvenceleri altında olan ülkelerde bile, bir "çaresizlik hali ve duygusu" yaygınlaştı.

Büyük endişeler yaratan, kâbus haberler dizisi üzerimize boca edilirken gidişatı etkileyebilecek hiçbir araca sahip olmadığımız bilinci ve de ana akım siyaseti etkileyecek olanakların bulunmadığı kaygısı, yakın tarihte hiç görülmemiş bir çaresizlik yaratıyor.

Birinci dünyada kamuoyunun, geleneksel olarak Türkiye'den daha etkili ve etken olduğu düşünüldüğünde, hissedilen çaresizliğin boyutu daha derinleşiyor.

Bu nedenle aynı gazetede bir gün arayla, şöyle bir yoruma örneğin daha rastladım: "Bu korkunç dünyada nasıl yaşayacağız"

Jonathan Freedland'ın imzasını taşıyan bu diğer yazı da sorunun bir okur tarafından dile getirildiğini belirtiyordu.

Bir cevap bulamayan Freedland; lafı gevelediktenn sonra; "Elimizdeki tek dünya bu. Onunla yaşamak zorundayız!" diyordu.

2024'Ü ARAYACAĞIZ

Bunları düşünürken tam, Berlin yakınlarındaki Doğu Alman kenti Magdeburg'un Noel pazarındaki korkunç katliam haberi geldi.

2006'dan beri Almanya da sığınmacı sıfatıyla bulunan 50 yaşındaki Suudi Arabistanlı bir doktor (!), BMW aracını pazarın en yoğun anında çoluk, çocuk insanların üzerine sürüyor. Şimdilik 5 ölü, 200 üzerinde yaralının olduğu olayda, 40 kişinin durumu ağır.

Tam bir kâbus.

Gelin de şimdi Avrupa'da- sonuçları Türkiye'yi de derinden etkileyecek-kültür ve kimlik savaşlarını, düşünülebilecek en kritik zamanlamayla tırmandıracak bu yeni vahşet çizgisi karşısında çaresizlik hissetmeyin!

ZAMANLAMA NİYE KRİTİK

İki ay sonra çünkü Almanya'da bir seçim var. Neo-nazi köklere sahip Almanya için Alternatif (AfD) partisi önlenemeyen, engellenemeyen bir çıkış içinde. Yoklamalarda Hıristiyan Demokratlar CDU-CSU'nun hemen arkasından geliyor.