Avrupa'da neler oluyor

"Si vis pacem, para bellum Barış istiyorsan savaşı hazırla"

Machiavelli'nin sıkça baş vurduğu bu Latince özdeyiş, Çizme'de herkesin dilinde.

Kimi ifadeyi, Avrupa'yı saran silahlanma dalgasını meşrulaştırmak için kullanıyor.

Kimileri de "Hayır" diyor: "İnsanlığın kanlı savaş tarihinden gereken dersleri çıkartmış olmalıyız. Barış istiyorsan eğer, barışı hazırla!"

Kafalar karışık.

Bir bakıyorsunuz "barışçı" söylemleriyle bildiğiniz insanlar, sıkı sıkı bu Latin sloganına sarılmış: "Barış lafla temin edilmez" diyorlar: "Demokrasiler, kendilerini silahla da korumak zorunda kalır. Caydırcılık esastır."

Geleneksel Putin sempatizanlığı ile bilinen sağ popülistler bakıyorsunuz aniden "katıksız barışçı" kesilmiş. Kimin hangi ajanda ile konuştuğu belirsiz...

Radikal yarılmaların tetiklediği Avrupa'nın son bir aylık bu "silahlanma miladı", gerçekte sol ve sağ ayrışmaların ortasından ve içinden geçiyor.

EGEMENLİK TEHLİKEDE

Sürpriz miladı, anayasa hukukçusu ve siyasi düşünür Sabino Cassese, "toprak ihtiraslarındaki ani yükselişle dünya hiç beklenmedik bir vites değişikliğine girdi" diyerek açıklıyor:

"Rusya komşusunu silahla işgal etti. İsrail kendisine ait olmayan topraklar ve halk üzerinde hakimiyet kurmaya çalışıyor. ABD, Kanada'sından, Grönland'ına, Panama Kanalı'na dek yayılmacı haklar iddiasında. Tümü de güçlünün güçsüz üzerinde tahakkümüne örnek. Ortak noktaları, BM Antlaşmasının 'silah ve tehdit yoluyla devletlerin toprak bütünlüğüne saldırıyı men eden' 2. maddesini ihlal etmeleri."

"Ülkelerin toprak bütünlüğünün gözetilmediği bir dünyaya böyle nasıl yeniden geri savrulduk" sorusunu irdeleyen Cassese, "Küreselleşme ve yoğun ekonomik ilişkilerin çünkü barışı sürdürmeye yeteceğini düşünmüştük" değerlendirmesini yapıyor.

Özetle çok büyük bir paradigma değişikliği var.

Yalnız toprak bütünlüğü değil, "egemenlik" kavramını da hiçe sayan bu yeni savrulma karşısında, Avrupa olaylara nasıl yön verebileceğini, nasıl bir caydırıcılık temin edebileceğini tartışıyor.

Bu satırları yazdığım sırada Roma'nın en büyük meydanlarından biri olan Piazza del Popolo'da örneğin bu konuda seslerini yükseltmek amacıyla 15 bin kişinin katıldığı bir "Avrupa yürüyüşü" düzenleniyor.

Faşizm direnişçilerinin şarkısı Bella Ciao ve Beethoven'in Avrupa marşı ile başlayan yürüyüşe "Avrupa silahlanması karşıtları" denli, "silahlanmacılar" da katılıyor.

Silahlanma karşıtları gerçekte baştan beri varılmak istenen ideal hedef olan "bütünleşmiş, federal Avrupa"yı savunuyor ve Federal Avrupa'nın söz sahibi olmasının onu yeterince güçlü kılacağını değerlendiriyorlar.

"Silahlanmacılar" ulus devletlerin militerleşmesini beraberinde getiren ve de Avrupa'yı her türlü söz sahibi kılacak "güç siyasetini" destekliyorlar.

ALMANYA'NIN DÖNÜŞÜ

Bu iki Avrupa arasında, fiilen hangi Avrupa'nın öne çıktığını, Almanya'daki gelişmelerden izliyoruz.

23 Şubat seçimlerinden birinci güç çıkan müstakbel Şansölye-Hristiyan Demokrat lider- Friedrich Merz, "Avrupa'nın bağımsızlığı için elinden geleni yapacağını" söylüyor. Sosyal Demokratlarla koalisyon görüşmelerini sürdürürken daha silahlanma ve savunma harcamalarını arttırmak babında önüne taş koyabilecek Yeşiller'i markaja alarak şimdiden bertaraf ediyor.