Kitapçıda gezerken, "The Power of Fun" (Eğlenmenin Gücü) diye bir kitaba rastladım. Nedense, neredeyse söylemesi ayıp bu kelimeyi hayatımızdan apar topar çıkardığımızı düşündüm.
Bayağıdır 'eğlence' kelimesi hayata hafif kaçar oldu. Dünyayı virüsler sardı, sonra ıstıraplar ve şimdi de gitgide ısınmanın tehditleri.
Her yandan bir şey batıyor gibi bütün gün kollarımıza. Ve biz yine dimdik, sabahları yüzümüzü yıkayıp çocuklara ve birbirimize günaydın diyoruz.
Haziranın birdenbire getirdiği yaza bakıyoruz. Yaz bize bakıyor, biz yaza.
Hâl buyken, "Eğlenmenin Gücü" isimli kitap bana hafif geldi. Yine de bir hasretle aldım elime.
Eğlenmenin hiç de ayıp olmadığı, hatta çok da iyi olduğu, herkese ömürlük iyi geldiği zamanları hatırladım.
Onu ne çok sevdiğimi, yakalayınca nasıl çocuk gibi mutlu olduğumu fark ettim.
Biz küçükken bir reklamda dediği gibi, bir anda 'on yüz bin baloncuk yuttum!'.
Aldım kitabı geldim eve.
Diyor ki, "Mutlulukla ilgili, huzurla ilgili çok kitap var ama 'neşe'den bahseden, 'eğlence'den bahseden kitap yok. Kim mutluluğa giden yolun kitabını okuyup da oraya varmış Hiç kimse. Peki kim neşelenmeyi başarır iki dakikada Biraz çabayla herkes!'
Üç şey yeterliymiş 'çok eğlendik' demek için.
Birincisi Bağlantı.
Fiziksel olarak insanlar olacak yanında ya da bir insan ya da hayvan. Sanal bağlar değil, kanlı canlı bağ kurabileceğin ve anı paylaşabileceğin biri.
İkincisi akış.
O sırada yaptığın şeyi, sadece o şeyi yapmayı sevdiğin için yapacak ve içinde kaybolacaksın.
Akışa girdiğinde sonuç, sorumluluk, para pul zaman yok.
Sadece o şey ve sen kainatla bir olup eriyorsunuz beraber.
Üçüncü ise, oyun.
Oyun duygusu çok önemli. Çocuklar insana bunu her an hatırlatır.
Sana top atar, eline renkli kalem verir, su sıçratır, "Beni kovala" der, bilmece sorarlar.
Onlar hayatın kalbinde atarlar.
Yetişkinlerse ciğerde yanar, göğüs kafesinde hapsolurlar. Oyun her şeyi daha yaşanılır yapar.
Örnek, 6 yaşındaki çocuklara "4 dakika kıpırdamadan durun" demişler. Çocuklar en fazla 1 dakika durabilmiş.