Cumhuriyet'in Sonbaharı
29 Ekim 1933 günü...
Cumhuriyet'in kuruluşunun 10'uncu yıldönümü.
Lider'in en heyecanlı günlerinden biri...
Çok sevdiği milletine, hesap verecek ve hedeflerini açıklayacaktı.
Milletine konuşacak liderin elinde, yedi sayfa...
Birinci sayfa:
"Türk Milleti, Kurtuluş Savaşı'na başladığımızın on beşinci yılındayız" sözleriyle başlıyordu.
Son sayfada, son cümle:
"Türk Milleti! Ebediyete akıp giden her on senede bu büyük millet bayramını, daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.
Ne Mutlu Türküm diyene!" sözleriyle bitiyordu.
Bu son cümleden önce...
Liderin sesinden duymadığımız, ancak kâğıda yazdığı şu sözler duygu yüklü, hüzünlü bir veda gibiydi:
"Bu söylediklerim gerçek olduğu gün, senden (Türk Milleti'nden) ve bütün medeni beşeriyetten dileğim şudur:
Beni hatırlayınız!"
Atatürk, yazısını düzeltirken, bu cümleye geldiğinde duygulanır.
Yusuf Hikmet Bayur bu anı şöyle anlatır:
"Yaverlikten, Atatürk'ün uyandığı haberi verilince odasına gitmiştim.
'Bu gece çalıştım ve nutku yazdım' dedi.
Son sayfaya gelince durdu. Duygulandı...
'Bu söylediklerim gerçek olduğu gün, senden ve bütün medeni beşeriyetten dileğim şudur:
Beni hatırlayınız!'
Bu sözler bana çok hazin gelmişti, adeta bir veda hissi veriyordu.
Bütün milletin, o güne onunla erişmeyi dilediğini ve düşündüğünü söyleyip, bu cümleyi kaldırmasını rica ettim."
Atatürk, bu cümlenin üzerini çizer ve törende okumaz.
Beş yıl sonra...
Hastalığı ilerlemişti...
Son Ankara akşamlarından birinde, arkadaşlarıyla birlikte sofradaydı.
O geceye katılan Falih Rıfkı Atay, eve dönünce defterine şunları yazdı:
"Fırtınadan sonraki deniz gibi, bitkin bir durgunluğu vardı. Dudakları güç oynuyordu.
Şevk, onun bahçesine son yapraklarını dökmüştü.
O kadar güzel ince dudaklarının o kadar tatlı ve ısıtıcı gülüşü, bir ıtır gibi uçmuştu.
Baba Atatürk, arkadaş Atatürk, karındaş Atatürk, daha 10 yıl önce Omiros'un kahramanlarından daha destansı, altın saçlı, çevik ve kıvrak, o gencin hatırası, bir asırlık eski ve uzak bir hayale dönmüştü."
Cumhuriyetin elinde kaynak yoktu, para yoktu, kredi yoktu...
Yetişmiş insan gücü hiç yoktu.
Osmanlı'dan borç ve batık bir miras kalmıştı.
Bu koşullarda işgal edilen vatanını kurtarmış, emperyalizmi ve işbirlikçilerini yenmiş, ülkesini tam bağımsız yapmıştı.
Milletini çağdaşlaştırmak, kadın-erkek eşitliğini sağlamak, halkını uyandırmak, kalkındırmak için devrimler gerçekleştirmişti.
Bir doğu ülkesinde, demokrasinin kapısını açmıştı.
Böyle bir lider, hiçbir ülkenin tarihinde yer almadı.
Kendisinden söz ederken, şu sözleri söyler:
"Milletim bana Atatürk, yani Türklerin babası diyor.
Ben bu isme layık olduğumu sanıyorum.
Çünkü, gerçekten Türklerin babası olmaya çalıştım.
Milletime okumayı, düşünmeyi ve istemeyi öğrettim."
Kurduğu Cumhuriyetin ne kadar büyük bir nimet olduğunu anlamak için Afganistan'ı, Suriye'yi, Irak'ı, Yemen'i, Libya'yı gözünüzün önüne getirin.
"Eski Türkiye"de...
"Hoş gelişler ola Mustafa Kemal Paşa..."