Hakikat artık boranla, kırağıyla gelmiyor. Bir milletin istikameti; bir müziğin nabzında, bir cümlenin titreşiminde, gözün bir anlığına tuttuğu görüntüde beliriveriyor.
Geçtiğimiz ay İngiltere'de "Reklam Standartları Kurumu"'nun Zara'nın iki reklamını "sağlıksız incelikte" modeller kullandığı gerekçesiyle yasaklaması, görünmeyen bir cepheyi görünür kıldı.
Zira bir görüntü zihne sızar, güzelliğin ölçüsünü değiştirir, kültürel teraziyi kaydırır. Zara'nın "modeller sağlıklıydı" savunmasına rağmen görseller İngiltere için yayından kaldırıldı.
Mesele yalnızca bir moda markasının hatası değil, reklamın toplumsal hafızayı nasıl yeniden yazdığıdır.
Türkiye'de denetim çoğu kez "yanıltıcı bilgi" ve "tüketici hakkı" ekseninde kalıyor. Oysa asıl sorun şudur.
Bu içerikler milletin zihnine ne yazıyor
Hangi sembol hangi sözcükle, hangi görüntü hangi duygu çağrısıyla birleşiyor
Hangi zamanda, hangi hassasiyetin üstüne konuyor
Bu habere vakıf olunca, özgün itirazımızı geliştirerek öneride bulunma cesaretini kucakladım. Ve başladım kaynak taraması yapmaya. Haksız bir itiraz gelir diye de "modern dünyadan" örnekle İngilizleri mesnedimiz kabul ettim!
Tarih boyunca İngilizler, zihin cephelerinde ustalıkla hareket ediyor. Reklam standartlarını bir güvenlik politikası hâline getirmiş, milli kültürlerine aykırı içerikleri engelleyerek yalnızca tüketici haklarını değil, kültürel bütünlüklerini de korumuşlar.
Bizim de ihtiyacımız olan budur.
Sadece ticari değil, kültürel ve milli güvenlik odaklı çalışacak bir "Reklam Standartları Kurulu".
Sanayi devrimiyle başlayan reklamcılık, 1841'de Volney B. Palmer'ın Philadelphia'da açtığı büroyla kurumsallaşıyor. Önceleri gazete ilanı satmakla sınırlı olan iş, zamanla ambalajdan metne, müziğe ve stratejiye uzanan bir bütün hâline geliyor.
20. yüzyıl ortasında reklam artık yaşam tarzı satıyor, kitlelerin rızasını inşa ediyor. I. Dünya Savaşı'nda "Lord Kitchener Wants You" afişleri, milli birlik duygusuna doğrudan hitap yüklüyor.
Savaş sonrası Amerika'da Coca-Cola, aile, dostluk ve bayrak ile "Amerikan yaşam biçimi"nin simgesine dönüşüyor.
Bugün aynı zincir Ramazan'ı "paylaşma" ve "sofra" kavramlarıyla ya da "farklılıklarımızla bir aradayız" söylemleriyle bizim için örüyor.
Ancak küresel markalar başka pazarlarda başka yüzlerle dolaşıyor.
Coca-Cola'nın organize terör çetesi İsrail'deki şişeleyicisi CBC'nin Atarot Sanayi Bölgesi bağlantısı, Nestle'nin Osem ortaklığı, Unilever'in farklı pazarlardaki bambaşka gündemleri...
Yani yalnızca ticaret meselesi değil, zihin haritası meselesidir.
Din kutsalı meşruiyet için kullanır; dil, kolektif zamirlerle aidiyet kurar; tehdit söylemi, belirsiz "dış güç" imgesiyle sürekli alarm üretir. Buna bugün cinsellik, şehvet ve sözde eşitlik vaatleri de eklendi.
"Femvertising" kimi zaman kadın güçlenmesini savunur, kimi zamansa kalıp yargıları yeniden üretir.
"Pinkwashing" stratejisi, LGBT sembollerini parlatıp başka alanlardaki hak ihlallerini görünmez kılar.
Ramazan ayı, manevi hafızanın en hassas dönemidir. Tam da bu zamanda Siyonist menşeili markalar, "modern" yaşam imajı altında şehveti kışkırtan, cinsellik ve cinsiyet eşitliği başlıklarını "toplumsal ilerleme" kılıfıyla sunan mesajlarını yayına alır.
Bu sahneler tesadüf olmaz; birlik duygusunu, aile içi huzuru, gençlerin zihinsel berraklığını hedef alır.
Mesaj açıktır, "Değerleriniz eski, biz size yenisini sunarız!"
Listeye faiz satan banka reklamlarını da ekleyelim. Manevi değerlerimizi kullanan ama aynı anda yüksek faizli kredi paketlerini