25 Aralık 2025 günü Diyarbakır'da "Mezopotamya İslami Araştırmalar Federasyonu" kongresinde, İmralı Cezaevi'nde tutuklu bulunan PKK terör örgütünün kurucusu Aptullah Öcalan adına bir mesaj okundu. Mesaj "Demokratik İslam" vurgusu yaptı, çözüm zemini olarak Medine Vesikası'na bağ kurdu, "özgürlük, adalet, eşitlik" iddiaları eşliğinde "resmi devlet dini" ve "cemaatçi yapılar" üzerinden bir tasnif üretti. Kadın özgürlüğü ve ekolojik denge gibi modern başlıklar da aynı paketin içine konuldu.
Metin okuması, kavram haritası, meşruiyet dili, tarihsel sabıka, siyasal hedef, hepsi aynı sahnede.
Medine Vesikası bir sözleşme metni.
"Demokratik İslam" bir marka cümlesi.
O markaya Medine adıyla güç devşirmek, klasik bir meşruiyet simülasyonu.
Medine Vesikası neyi kurar, nereye bağlar
Medine Vesikası, Medine'deki farklı grupların bir şehir düzeni içinde birlikte yaşamasını hedefleyen, güvenlik ve adalet eksenli bir birlik metni.
En kritik çizgisi, ihtilafların nihai merciini belirlemesi. Metinde "Üzerinde ihtilafa düşülen hususlar Allah'a ve Resulüne götürülür" hükmü yer alır. Bu cümle, metnin hakemlik merkezini tarif eder.
Vesika çoğul toplulukların varlığını tanır, onları bir ortak güvenlik düzenine bağlar, iç barışı korur, dış tehditte ortak savunmayı örgütler. Aynı metin, savaş yükümlülükleri ve masraflarının paylaşımı gibi somut hükümlerle bir şehir devletinin omurgasını kurar.
Bu yüzden "Vesika demokratik öz taşır" sözünü okuduğum anda, hiddetle "Hakemlik kimde" dedim. Norm kaynağı nerede Son merci hangi kapı
Vesika bu sorulara cevap verir. Cevap, sandık ve sayı merkezli bir meşruiyet dili kurmaz. Cevap, vahiy ve peygamberî otorite etrafında bir siyasal birlik tesis eder.
"Çoğulculuk ve demokratik öz" ambalajına gelince.
Mesaj ve onu dolaşıma sokan kurul, Vesika'yı "çoğulcu ve demokratik öz" diye pazarlıyor! Yazık! Kongre salonundaki Müslümana yazık!
Oysa metnin çoğulluğu, hakemlik merkezini Allah ve Resul'e bağlayan bir düzen içinde işler. "Çoğulluk var" cümlesi doğru, "demokratik öz" etiketi metnin hakemlik maddelerine çarpar.
"Şûra"yı sandıkla aynı torbaya atma kolaycılığının zikredilmesi niyetin halis olmadığını aşikâr kılıyor.
Şûra, İslam siyaset düşüncesinde istişareyi ve emanet bilincini taşır. Demokrasi kavramı ise modern siyasette çoğunluk üzerinden norm üretme iddiasıyla dolaşır.
Bunları aynı cümlede eşitlemek, kelime benzerliğine yaslanan bir kestirmedir.
Vesika'nın dili, birlik disiplini ve ortak yükümlülük dili herkesin ayrı telden çaldığı, sonra sayıların hükmettiği bir model kurmaz.
"Cihat"ı slogana çevirip Vesika'yı dekor yapmak da neyin nesi yahu
Vesika, savaş ve savunma yükümlülüklerini açık biçimde düzenler. Bu metni, yalnızca soyut bir "etik arınma" anlatısına yedeklemek, Vesika'yı güvenlik sözleşmesi olmaktan çıkarıp afiş cümlesine indirger.
Metin, propaganda deposu olarak kullanılınca metin olmaktan çıkar, etiket olur.
"Dini devletin aracı olmasın" söylemiyle Vesika'yı birlikte anması ise çıplak bir çelişki.
Mesaj "resmi devlet dini" ve "cemaatçi yapılar" arasında bir sahte karşıtlık kuruyor, kendine "Demokratik İslam" diye üçüncü bir raf açıyor.
Vesika ise zaten devletleşme metni.
Peygamberî otoriteyi siyasal düzenin tepesine yerleştiren bir kurucu çerçeve.
PKK terör örgütü elebaşısı Allah'ın resulünü otorite kabul ediyor mu
Vesika'yı referans verip din ile siyasal düzen arasına kalın duvar örme fikri, metnin kurduğu yapıya oturmaz.
"Kadın özgürlüğü, ekolojik denge" başlıkları ise çağdaş tartışmalar.
Vesika metninde bu kavram setlerini doğrudan karşılayacak açık hükümler yok. Burada yapılan şey, metinden hüküm çıkarmak değil, metne meşruiyet etiketi yapıştırmak.
"Demokratik İslam" ifadesi, iki ayrı alanın kelimelerini tek ambalajda satma girişimi.
Bir taraf vahiy ve ubudiyet dili. Bir taraf modern siyasal meşruiyet dili. Ortaya çıkan karışım, teolojik bir açılım gibi sunuluyor.
Oysa ortada, bir kavram operasyonu var.
Atasoy Müftüoğlu, demokrasiyi muğlak bir marka olarak tarif ediyor, her aktörün içine kendi çıkarını doldurabildiği bir kelime dolaşımı olarak görüyor. "Demokrasi" kelimesinin bir marka gibi kullanılabilmesi, tam da bu muğlaklıktan geliyor.
Bu muğlak marka, İslam kelimesine eklenince ortaya "sentez" çıkıyor.
Sentez, çoğu zaman hakikatin genişlemesi anlamına gelmez. Hakikatin pazarlama diline çevrilmesi anlamına gelir.
"Demokratik İslam" tam olarak bu noktada bir uyumlulaştırma baskısına dönüşür.
Müslüman zihni, "kelimeleri değiştir, içeriği yumuşat, tarihsel metinleri vitrin yap" talimatı gibi çalışır.
Kavramsal sömürgeleştirme burada başlar.
İslam'ın merkez kavramları, başka bir meşruiyet rejiminin etiketleriyle yeniden paketlenir. Medine Vesikası da o paketin üzerine yapıştırılan parlak bir bandrol olur.
Kur'an, bu tür karışımlara karşı bir uyarı dili taşır. "Hakkı batıla karıştırma!"
Bu uyarıyı, bugünün kavram pazarında daha yüksek sesle okumak gerekir.
"Demokratik İslam" bir bölücülük hamlesi olarak çalışır!
Bu kavramın sahadaki işlevine bakınca, tek hedef "dindarlığı arındırmak" gibi görünmez. Asıl işlev, yeni bir ayrıştırma hattı üretmek. Üç parçalı bir tasnif kurmak.
Birinci parça "resmi devlet dini" diye damgalanır.
İkinci parça "cemaatçi yapı" diye aynı torbaya atılır.
Üçüncü parça "Demokratik İslam" diye yeni bir raf açılır.

4