Kitap okumak ibadet midir

Yaşadığımız son vahim olaylara baktığımızda, bir köşesinde kitapların da yer aldığını görüyoruz. Oysa kitap deyince güzel şeyler gelmeli akla.

Cinayet, sapkınlık, satanizm, LGBT, erotizm, ceset kavramlarıyla kitap bir araya gelmemeligelememeli.

İlkokul birinci sınıftayım. Babamın Kıztaşı'nda el-Cezire isimli bir çalışma ofisi var. Kimi zaman babamın çalışma arkadaşlarının çocuklarıyla sokakta top oynamak için ofiste buluşuruz.

O gün ofise giderken heyecanlıydım; okumayı sökmüş, siyah önlüğümün sol cebine kırmızı kurdeleyi takmıştım. Soluğu ofisin bulunduğu sokakta bekleyen arkadaşlarımın yanında aldım. Başladık top koşuşturmaya. O kadar çok koşuşturmuşum ki dilim dışarda, yüzümden alev çıkıyor adeta. Boynumdaki beyaz yakanın sağ iliği düğmeden sıyrılmış, sol tarafta tek ilmekle asılı duruyor; kırmızı kurdele yerinde. Ve susuzluk! Ofise çıktım. Babamın yanında daha önce görmediğim bir arkadaşı oturuyordu. Su ihtiyacımı giderdim, babam oturmamı söyleyince tanımadığım kişinin karşısına oturdum. Adam, kırmızı kurdeleye bakarak, "Anlaşılan okumayı sökmüşsün, tebrik ederim." dedi ve çantasından mavi kapaklı bir kitap çıkarıp bana uzattı. Babam, "Ben senin yerinde olsam kitabı yazarına, hatıra ve anı olsun diye imzalatırım." dedi. Kitap imzalanınca yazarın ismine ve kitabın ismine bakmayı akıl ettim.

1984 yılında, babamın ofisinde gelişen bu durum, sadece bir çocuğun anısı olarak kalmadı; aynı zamanda kitaplarla dolu bir hayatın temellerini atan unutulmaz bir dönüm noktası oldu.

O gün bana hediye edilen ve imzalanan "Katıraslan" kitabı, Cahit Zarifoğlu ile tanışmamın vesilesiydi. Ancak bu, yalnızca bir yazarla tanışma değil, bir yolculuğun başlangıcıydı.

Kitap okumanın, bireyin kendisini tanıma sürecinde ne kadar önemli olduğunu, duvarları görünmeyecek düzeyde kitaplıklarla döşenmiş babamın kütüphanesinde (evimizde) öğretilmeye, anlatılmaya çalışıldı çocukluk yıllarımızda bize.

Kitap denince rahmetli babamı yad etmemeyi (Allah ona rahmet etsin!) eksiklik gibi hissediyorum. Kitap, yaşamımın köşe taşlarında babamla özdeş çünkü.

Rahmetli babamın öğütleri: "Bir ilkokul öğrencisi öğrendiklerinin yüzde seksenini öğretmeninden alır. Orta ve lisede bu oran yüzde elliye, üniversitede yüzde yirmiye, yüksek lisans ve doktorada yüzde ona, beşe düşer. Mademki hocalardan ancak bu kadar bir bilgi alabiliyorsunuz o halde kalan iş, sizin çabalarınıza ve okuma alışkanlığı edinmenize bağlıdır. Okuma alışkanlığı edinmeden de üniversiteyi bitirebilirsiniz ama hiçbir zaman ne bir ilim adamı ne bir düşünce adamı olabilirsiniz. Üniversite mezunu olursunuz o kadar. Şu hâlde ne yapıp edip okuma alışkanlığını edinmelisiniz. Ondan sonrası kolaydır ve kendiliğinden gelir. Öğrendikleriniz size yol gösterir. Topluma yön vermek, istediği sahada önde, hatta önder olmak isteyenler okuma alışkanlığını kazanmak zorundadırlar. Kimse oturduğu yerde önde ya da önder olamaz."

Bir insanın kendini tanıma sürecinin, kitapların sayfaları arasında gezindikçe derinleştiğini görmeyen yoktur. Bunu, Yavuz Bülent Bâkiler çok güzel anlatır.

Okumak, bize dünyayı anlamanın kapılarını açarken, ayna görevini de üstlenmeyi ihmal etmez.