Bazı kayıplar gürültüsüz yaşanır; kimlik kaybı gibi. Ses çıkarmaz, iz bırakmaz; usulca sızar.
Bugün, başkalarının yazdığı hikâyelerde figüranlık etmeye gönüllü olanlar için hazır kullanım kılavuzları üretiliyor.
Ve ne yazık ki talep, arzı utandırıyor...
Bakan Yusuf Tekin'in, "toplumsal cinsiyet eşitliği" adı altında LGBT dayatmasına karşı net bir tavır ortaya koyması; eğitim politikasından ziyade, aile yapısına ve kültürel varoluşumuza yönelik bir müdahaleye karşı esaslı bir duruştur.
Eğitim Enternasyonali (EI) gibi kuruluşlar vasıtasıyla, David Edwards gibi batılı misyoner temsilciler, Türkiye'nin eğitim politikalarına doğrudan müdahale etmeye, sapkın sistemlerini evrenselmiş gibi dayatmaya çalışıyor!
Bugün David Edwards gibi gâvurlar, bir eğitim modeli sunmuyor; içimizdeki müfsitler yordamıyla sapkınlık tasavvurunu dayatıyor.
Bu tasavvurun temelinde insanı cinsiyetsizleştirmek, aile yapısını yıkmak ve kültürel sürekliliği baltalamak yatıyor.
Bu da özne olmayı vaat ederken, kimliksiz bir kitle üretir. Yani, kimlik ithalatıyla; ruhu biçimlendirip özgürlük retoriğiyle özne ticareti!
"Toplumsal cinsiyet eşitliği" söylemiyle yürütülen bu saldırılar, insanı yaratılış hakikatinden, toplumu ise köklerinden koparmayı hedefliyor.
Türkiye'nin bu dayatmaya karşı gösterdiği tavır, bir reaksiyon değil; kadim bir hafızanın tabii refleksidir.
Çünkü biz, sadece bir coğrafyanın değil; bir ilim, irfan ve adalet medeniyetinin mirasçılarıyız.
Millet olarak bilgi birikimimiz, tarihsel derinliğimiz ve kültürel zenginliğimiz, batının son iki yüz yılda inşa etmeye çalıştığı kırılgan sistemlerle kıyaslanamayacak kadar köklüdür.
Orta Çağ karanlığına gömülmüş batı toplumlarının aksine, bizim dünyamız o dönemde dünyanın dört bir yanına ışık saçıyordu.
Bağdat'ta Beytülhikme'de, Kurtuba'da ilim merkezlerinde, Kahire'de medreselerde, Semerkant'ta rasathanelerde...
İnsanı, akıl ve kalbin mükemmel bileşimi olarak gören bir eğitim anlayışının çocuklarıyız.
İbn Sina'nın, Farabi'nin, Gazali'nin, İbn Haldun'un ve daha nicelerinin oluşturduğu bir ilim geleneğinden geliyoruz.
Bize bugün batıdan eğitim devşirmeyi salık verenler, kendi müktesebatımızı unutturmak istiyorlar.
Oysa biz biliyoruz ki, ruhun insicamı bozulduğunda bilgi yozlaşır; eğitim kimliksizleşir, toplumlar köleleşir. Kemal Karpat'ın, "Toplumlar kendi kültürel kodlarından uzaklaştıklarında, başka güçlerin hikâyesinin parçası olurlar." hatırlatması misali.
Bu yüzden mesele sadece bir eğitim müfredatının tartışılması değildir.
Mesele, insanı Allah'ın yarattığı hâliyle mi kabul edeceğiz, yoksa ideolojik laboratuvarlarda tasarlanmış kimliksizlik projelerine mi teslim edeceğiz, bunun kararıdır.