Âlim olunca işler değişiyor

İnsanın babasını kaleme alarak umuma yazmasının objektif bir değeri olur mu Evet, baba âlim olunca söz etmek kıymetli dahi olur.

Anadolu'yu mayalayan velut adam, rahmetli Sezai Karakoç üstadımızın, "doğunun yedinci oğlu" şeklinde vasıflandırdığı bir "tavır ve duruş adamı" olan babamın, "sürgünü", "nasıl yaşarsak öyle öleceğimizi" bildiren Peygamber Efendimizin (s.a.v.) muhaberesine uygun şekilde, yüz aklığıyla, elhamdülillah bitti.

Bazı "yaşamaklar" dünyaya çakılı görünürken, rahmetli babam "ötelerden" uzanan müşfik bir ele tutunmuş gibi, dünyanın ve biz dünyalıların ellerinden kayıp, muhkem yüceliğe havalanıp gitti.

"Bu dünyada yaşayıp bu dünyadan olamayan" babam, tok bir eda ve tok bir seda ile dünyanın ve "yaşamanın" deşifresini yapmaya ermiş bir bilgelikle, kolayca bir akışa uyarak, aktı gitti.

Poz vermeyi tenezzül bile etmeyen dünyaya kayıtsızlığını çok rahat bir feda ile geride bırakıp, yazgılı olduğunu her haliyle hissettiğini tebellür eden yurduna gider gibi istekle yola revan olarak çıktı gitti.

"Her ay en az bir kitap okuyun. Elli kitap okuduğunuzda kendinizi tanımaya başlayacağınızı, yüz kitap okuduğunuzda etrafı anlayacağınızı, üç yüz kitabı geçtikten sonra sözlerinizle, hatta konuşmanıza bile gerek olmadan duruşunuzla insanlara fayda sağlamaya başlayacağınızı göreceksiniz." nasihatini ufaklığımızdan itibaren kulaklarımızda çınlatıp durdu.

Duruşun kelamdan değerli olduğunu, şahsiyetin verilecek en estetik pozdan daha tesirli olduğunu mütemadiyen söyleyerek, bir babanın evlatlarına tesirli olmak adına, her şeyi göğüsleyerek direneceği her olumsuzluk ve üzüntülere direnerek gitti.

Ancak direnmedi babam. Bu dünyayı parmakları kavramamıştı bile, tam aksine dünyanın pençelerinden, tırnaklarından sakına sakına yaşamasını, tebessümlü bir hatıra olarak avuçlarımıza bırakıp, erkenden ve aceleyle arkasına bile bakmadan, direnmeden gitti.

Ulus içi ve dışından teklif edilen bütün dünyalıkları elinin tersiyle itti. Hep ekonomik zorluklara istinaden tasarrufla dolu bir yolculuğu oldu.

İsteseydi önüne yığılan milyonları çok rahat kucaklayabilirdi ancak dünya malına asla tamah etmedi.

Hayatında birçok zorluklarla mücadele etmek zorunda oldu çocuk yaşından itibaren. Ama hiçbir zorluk yılgınlık oluşturmadı, küsmedi ilme, öğrenme ve öğretme sevdasıyla, ihlas ve samimiyetiyle, sağlık problemlerine aldırmaksızın ilim için arşınladı Anadolu'nun şehirlerini, dünya ülkelerini bir bir.

Peygamber Efendimizin (s.a.v.), "layıkıyla kulluk", "layıkıyla şükreden kulluk" tavrını, vasati ömrüyle bir güzel yaşayıp, kalmaya direnmeden ve "ihtiyarlık afetiyle" sınanmadan, dünya yumrusu hançeresini zorlamadan, emaneti kolayca teslim ederek, kendisi de birliğine şevkle teslim olan mütevekkil bir erat gibi, gitti.

Kitapları, öğrettiği ve yaşanmasına vesile olduğu yaşayan ilimleri sadaka-yı cari bırakıp, ağaların-paşaların sofrasından kursağına bir harta dahi sokmadan, diyeceğini diyerek ve fakat söylenecekleri ve teklifleri duyurmaya fırsat vermeksizin kalkıp gitti.

"Ben çocuğum, küçüğüm" demenin kula zül olacağı bilinciyle emeklemeye başlamıştı ilim yolculuğuna. Daha yirmi yaşında bir delikanlı iken Maşukiye köyünden Arıburun köyüne (gidiş-dönüş 22 km) Ramazan ayında her gün iftar sonrası yürüyerek vaaz etmeye gittiğini dinledik örnek hayatından.

Her bir arşınında ilim için nefesini ayarlamıştı ve israf etmedi nefesini asla.

Çocukluğumuz babamın dev kütüphanesinde kitapçılık oyunlarıyla neşelendi kardeşlerimle. Oyunumuz da oyuncaklarımız da onun kitapları oldu. Kütüphanesinde ki kitapları tek tek saymak ve dillendirmek şerefe meselesi oldu sohbetlerimizde.