"Aile Yılı" bir takvim süsü olmadı hamdolsun. Sarsılmış zemini yoklama iradesiydi. Ancak yine de aileyi konu alan politikalar soyut bir hane tarifi etrafında dönüyor.
O hanenin içinde çocuğa ilk bakışı veren annenin ağırlığı görülmediğinde ruhun kırığı aynı yerde kalıyor.
Sosyoloji aileyi toplumsallaşmanın çekirdeği olarak anlatır. Dil ve değer bu çekirdekte filizlenir. Bakım emeği, duygusal devamlılık, gündelik ahlak terbiyesi anne üzerinden yürür.
Anne, çocuğun ilk öğretmeni.
Dil, büyük oranda annenin sesiyle birlikte yerleşiyor. Çocuğun dilini kuran sadece kelimeler değil. Ninninin ritmi, "ikazın" tonu, "aferin" sesinin sıcaklığı kelimenin ruhunu yerleştirir.
Toplum dili kaybediyorsa önce annelerin diline nazar etmeli. Bu yalnızca kelime yoksullaşması değildir. Merhametin ve edebin çocuk zihnindeki yeri de çatırdar.
Hafıza anneyle akar.
Çocuk dedesini çoğu zaman dedesinden dinleyerek değil annenin anlattığı bir sahneden tanır. Bir yokluk hikâyesi bir dua cümlesi bir vefa anısı annenin sesiyle zihne kazınır.
Kur'anî hitapta annenin zahmetine yapılan vurgu kuru bir bilgi değildir. Ahlaki kıymetin çerçevesidir.
"Kime iyilik yapayım" sorusuna Resulullah'ın üç kez tekrarla "annene" cevabı vermesi, sevap listesi çıkarmaktan çok ahlaki öncelik sıralamasını öğretir.
Anne figürü zayıfladığında toplum aynı anda dilini, hafızasını, vicdanını yaralar.
"Anne Yılı" bu yüzden bir temenni değildir. Seferberlik zaruretidir.
Bugünün dünyasında annelik iki uç arasında sıkışmış durumda. Bir yanda hatasız olmak zorunda bırakılan kusursuzluk söylemi. Diğer yanda anneliği görünmez kılan kariyer takvimi.
Bu gerilim kadını yoran bir yarış üretiyor. Kadın hem yetişmeye çalışan bir kahraman hem kendini ispatlamak isteyen bir özne haline geliyor.
Reklam dünyası kadın bedenini vitrine koyarken çocuk bakımını hizmet paketlerine devrediyor.
Sosyal medya, anneliği pürüzsüz bir mutluluk vitrini gibi gösteriyor. Genç kuşak bu tabloya bakınca anneliği ya ağır bir yük ya ulaşılmaz bir performans gibi okuyor.
Evlilikten uzaklaşan, çocuk fikrine temkinli yaklaşan, aidiyeti zayıflamış bir iklim böyle oluşuyor.
Kültürel hafızamızda anne merkezdi.
Atasözleri soy ve asaleti anlatırken anneye yaslanır. Ana gibi yar olmaz sözü kuru bir duygusallık taşımaz.
Anne sadakatin ve vefanın ölçüsünü koyan bir toplumsal sözleşmedir. Genç kuşak bu sözleşmeyi net göremiyor. Zaman daralıyor. Yüz yüze iletişim azalıyor. Temsil bozuluyor. Dizilerde anne çoğu zaman alay konusu ya da gereksiz bir fon karakterine dönüşüyor.

3