Akıllıyım diyorsun niçin zengin değilsin..

Millî Eğitim'de çalıştığım yıllarda arka sıraların "futbolcu" öğrencileriyle sıkı-fıkı olduğumuz günler çoktu. Bilhassa bahar başlangıçlarında. Bu öğrencilerin ders dinlemek bir yana, gözlerini yeni tomurcuklanan ağaçlara ve dışarıda şakır şakır gün ışığına dikerek bulundukları yerde nasıl zorlandıklarını görür, bıyık altından gülerdim... Ben de lise yıllarında "arka sıraların" futbolcu öğrencilerinden biriydim. Kendimi istisna sayarak bu öğrencilerin hayatta çok başarılı olduklarını gördüm. Bu mektep kaçkınları, ön sıraların "cici" çocuklarını fersah fersah geçtiler. Pek tabii bu değerlendirme başarı'dan ne anladığımıza bağlanacak. Hemen söyleyelim. Bu "arka sıra" çocukları müteahhit, banker, sanayici, ihracat-ithalatçı, tüccar, reklamcı gibi ülkemizin ve günümüzün gözde mesleklerine sahip oldular. Cici çocuklara da bunların yanında yüksek dereceli diplomalarını duvara asarak çalışmak düştü. Bu uzun girizgâhı ülkemizin yakın tarihinde okuma'ya verilen anlamı biraz açmak için yaptım. "Okumak" Türkçenin geçmişinde davet anlamını taşımış. Eski Türk hakanları toplantı yapacakları zaman kimi davet etmek isterlerse ona bir ok gönderirlermiş. Ok'un ve okumak'ın etimolojisini ve tarihî gelişimini bir yana bırakırsak; bugün Anadolu'nun hemen her yerinde düğüne davet eden kişilere okuyucu, yaptıkları işe de okumak denildiğini biliriz. Türkçenin çağrışım imkânları ve mânâ kıvrımları arasında bu "davet"in eni-sonu "bilgi"ye, hakikate varacağı kestirilebilir. Bu sebeple, eskiden okumak denilince, hususi bir anlam kastedilirdi. Yani Ahmed Kâzım Efendi'den tefsir okumak, Hüseyin Haki Bey'den mesnevî okumak, falan efendiden hadis okumak gibi. Okutan ve okuyan arasında son derece insanî bir iletişimi kucaklıyordu kelime. Sonraları okumak da diğer eylemlerimiz gibi demokratikleşti. Okuyucular dershanelerdeki sıralara oturunca, okumak "hususi" mânâsını kaybederek sıradanlaştı. Okuyup adam olmanın ortalama mânâsı artık bir diploma sahibi olmaya gelip dayanmıştı. Okumak bu dönemde "devlet kapısını açan anahtarlardan biri", belki de en önemlisi sayılıyordu. Gerçi "devletliler" bu anahtara sahip olduktan sonra bir daha okumaya dönmezdiler ama, atı almış Üsküdar'ı tutmuş olurlardı. "Devletli" olmak için devlet kapısında bir yerleri tutmak epeyce bir zaman hâkim unsur olarak görüldü, okuyup adam olmuş insanların bunu ispatı, yakaladıkları