Kitapların yazdığı

"Günümüz Türk Sosyolojisi'nin başta gelen uğraşı alanlarından biri de köylerden kentlere olan nüfus hareketleri ve kentlerde yaşayanların sayısının giderek artışıdır. 1960-70 yılları arasında kırsal nüfusun toplam nüfusa oranı %73,7'den, %64,1'e düşmek suretiyle on yıl içinde kentleşme %9,6 oranında bir artış göstermiştir. Yapılan çeşitli bilimsel çalışmaların sonuçları değerlendirildiğinde bu göçlerde; 1- Toprak darlığı, 2- Hızlı nüfus artışı, 3- Geçim sıkıntısı, 4- Genç kuşaklarda kent davranış ve düşünce tarzının yayılması, gibi etkenlerin önemli rol oynadıkları söylenebilir.

"Son yirmi yıl içinde Türk toplumunda meydana gelen ve çoğu araştırmacılar tarafından köyün ölümü ya da kentlerin köyleşmesi diye belirtilen bu olay aslında bazı kentlerde hızlı sanayileşme süreci ile ilgili olarak kırsal alanlarda toprağın artan nüfusu besleyemeyişi ve bunun sonucu olarak da toplum yapısında tarımsal uyumsuzluğun ortaya çıkmasıdır.

"Gerçekte tarımsal sektöre modern teknolojinin uygulanması büyük köylü yığınının açıkta kalmasına neden olmuş, elinde yeteri kadar toprağı olmayan insanlar büyük kentlerin kenar mahallelerine ya da sefalet çevrelerine yerleşerek gecekondulaşma sürecini yaratmıştır. Böylece toprak-insan ilişkisi toplumsal bütünleşmeyi sağlayamadığı için tarımsal yapıda beliren bu kültürel gecikme giderek genç ve dinamik insan gücünün kırsal alanlardan ayrılmasına ve büyük kentlerde yoksulluk kültürü denilen birtakım sorunların ortaya çıkmasına neden olmuştur. 1945 yılından beri kuruluşunu sürdüren gecekonduların, eğitim ve meslek farklılaşması yönünden bulundukları kentlerle bütünleşemedikleri, kendilerine özgü bir yoksulluk kültürü yaratarak ulusal kültürden saptıkları da görülmektedir.

"Öyle ki yaşamak için sürekli bir mücadele içinde bulunan bu insanların siyasal düşünce, hayat felsefesi, moral ve estetik duyguları sadece 'karın doyurma' gereksinimlerini karşılama güdüsü üzerine kurulmuştur" (Orhan Türkdoğan: "Köy-Kent Farklılaşması ve Çözümler", Milliyet, 20.4.1979).

Yukarıya aldığımız satırlarda belirtilen gerçekler ve varılan hükümlerde mutlaka doğruluk payı vardır. Ancak bu doğrulara ilave edecek başka şeyler de var...

Ülkemizde görülen şehirleşme hareketi filhakika dünyadaki emsalleri ile bazı dış benzerlikler taşımaktadır ve dünyada izlenen sanayileşme olgusu şehirleşmenin de başlıca sebeplerindendir. Ancak Almanya'da çalışan bir Müslüman-Türk işçisinin heyet-i umumiyesi bir Orta Afrikalı, bir Hintli, bir Yunanlı işçiden ne kadar farklı ise, bizim sanayileşmemiz ve bizde cereyan eden şehirleşme de o kadar nevi şahsına münhasırdır.

Türkiye 1950'den itibaren tüketim ekonomisine dönük bir kısmi sanayileşmeye girmiş ve memleketimizde kapitalizmin ilerleyişi dış yardımların yönlendirmesi ile günümüze kadar varan belli bir yapıya kavuşmuştur. Geçtiğimiz on yıllarda "çarpık kapitalizm", "montaj sanayi" vb. gibi deyimlerle adlandırılan bu gelişme esasen ihtiyaca göre üretim yapan ve ihtiyaçlarını kendi dünya görüşü çerçevesinde belirleyen Anadolu köylüsünün toprak-insan ilişkilerini temelden sarsmıştır. Batılılaşmanın siyasi, iktisadi, kültürel neticelerinden dökülen "tüketim alışkanlıkları" köylere kadar ulaşınca, köyün geleneklik ahlâkî yapısı yaralar almış; azla yetinme, kanaat, çile gibi özellikler kaybolmaya yüz tutmuştur.

Aslında malına pazar arayan güçlerin istediği de budur. Günümüzde aktüel hâle gelen "savurganlık" şikayetlerinin tarihî temeli bu tür şartlandırmaların üzerinde durmaktadır. Ülkeyi yöneten iktisadi anlayış bazı tüketim mamullerinin alım satımı ile üretiminde görülen artışları ve bunun doğurduğu iktisadi hareketliliği sağlık alâmeti saymış, köylünün evine bazı eşyaları ulaştırarak güya onu mutlu kılmıştır. Bu tip bir ihtiyaçlar zincirinin memleketi getirip bıraktığı nokta bilmem kaç yılında İtalya'ya ulaşmak olarak değerlendirilmiştir. Pek tabii bu bir avuntu, bir pembe sisten başka bir şey değildir.

Hayatımızı manevi zenginliklerle donatmak gibi köklü ve insani alışkanlıktan, hayatımızı maddi zenginlikler ile donatmak gibi boyutları belirsiz ve bize ait olmayan bir mutluluk anlayışına kaymamız olup bitenlerin kaynağına işaret eder.

Köylü kendine zor şartlarda sunulan nimetleri veya bir türlü elde edemediği kıymetleri bir an önce ele geçirmek için kestirme yollara başvurdu. Eskiden artan nüfus ve daralan iktisadi imkânların genişletilmesi için yeni toprakların tarıma açılması, yeni öz üretim araçlarının genişletilmesi yoluna gidilirken bu tutum hepten terk edildi. Köylü şehrin yolunu tuttu. Yukarıda "gecekondulaşma" olarak tarif edilen hadise gerçekleşti.