Millet olmayı ve milliyetçiliği; kimi ülkeler İngilizler gibi eşitliğin tesisine, kimi ülkeler Fransızlar gibi dil ve kültüre, kimileri de Almanlar ve Ruslar gibi soya dayandırırlar. Müslüman coğrafyada ise milliyetçilik Arap olanlar için kavme, diğerleri için dine dayandırılır. Bizde ise Osmanlı döneminde dil, edebiyat ve tarih üzerine gelişen Türk milliyetçiliği, seküler kimliğiyle cumhuriyeti kurmuş ama süreç içinde 1950'den sonra sekülerlikten uzaklaşıp din ile simbiyotik bir ilişkiye girmiştir. Zaman içinde bu ilişkinin kaybedeni din üzerinde yaşam alanı sağlayan konak milliyetçilik olmuştur. Ülkemizde cumhuriyet kurulurken hâkim olan düşünce sosyolojik manada milliyetçilik iken özellikle 1950'lerden sonra köylülük ve yerellik yavaş yavaş milliyetçiliğin yerini almıştır. Bu sürecin devamında önceleri millet ile devlet kavramları arasında sonraları ise millet ile ümmet kavramları arasında geçişkenlik artmış, kavramların içerik ve anlamları başkalaşmaya başlamıştır. Tabii bu süreçte ne pahasına olursa olsun iktidarını kaybetmek istemeyen siyaset kurumu da bu işlerin baş aktörü olmuşlardır. 1980 sonrası ise Türk İslam sentezi büyük kabul görmüştür. 1997 ve 2015 sonrası dönemlerse çok özel şartlar altında gelişmiştir ve ayrıca değerlendirilmelidir.
Milliyetçilik son iki yüz yıldır toplumları değiştirirken kendisi de değişiyordeğiştiriliyor. Bizde son yıllarda milliyetçiliğin çok sahibitalibi olduğu için birçok tanımı ortaya çıktı. Bundan ötürü giderek rasyonelleşmesi beklenirken daha belirsiz tanımlarla karşılaşır olduk. Milliyetçilik kavramı hiçbir yaklaşıma uymayan yakınından geçmeyen tanımlar da yapılarak şu sıralar iyice sulandırıldı. Hal böyle olunca her milliyetçiyim diyen partinin kendine has bir tanımı var. Tanıma uymayan ve tanımla oynayanlar hakkında yargıda bulunmak bize düşmez, onları elemek bizim değil seçmenin işi zaten. Yine de bu kadar çeşitlenmeye rağmen hepsinin kamusal hedeflere şartlanmış politikalar güdüyor olması dikkat çekici. Bu ancak konunun siyasetin alanından çıkarılarak istihbaratın ilgi alanına girmiş olması ile izah edilebilir. Çünkü yaşadığımız süreç istihbaratçıların kullandığı sabır ve strateji gerektiren damlatma tekniğinin uygulamasına çok benziyor. Küçük küçük dikkat çekmeyen bilgiler damla damla veriliyor ve güven kazanılıyor, bu arada içerik değişiyor, anlam başkalaşıyor kırk yılın milliyetçileri milliyetçiliği tanıyamaz hale geliyorlar.
Günümüzde gerçeklik ve doğruluk artık önemini yitirmiştir. Muktedirler yalanlarını gerçek gibi sunabiliyorlar. Yalan olduğu bilinse bile hiç değeri yok, ikna (manipüle) edilmiş kitleler artık "vatan ve millet" için yapıldığı söylenen yalanlarda tutarlılık bile aramaz hale geldi. Hakikatin değil, yalan da olsa milletin menfaati tarafında yer almak onurluymuş gibi pazarlanabilir. Doğruluktan dürüstlükten bize ne! Biz işimize bakarız diyenler dahi samimiyete bakmalı. O da yalanı söyleyenin ve söylemi saptıranın niyetinin halisliğidir. O kişi ilk paragrafta bahsedilen milliyetçilik tanımlarındaki sosyal yapıya, dile, kültüre, soya veya dine ait midir Yani Türk müdür Yoksa o konuma başka özellikleriyle ve başka bir yolla mı gelmiştir İşte bu soruların cevabı kandırıldığınıza dair ip uçları verecektir.
Tamam biz de hakikati aramayalım menfaatimize bakalım. Peki bu açılımdan Türk'ün menfaati ne olacak Haydi "bebek katili" cezaevinden çıktı, Anayasa'dan Türk tanımı kaldırıldı, Tayyip Erdoğan tekrar seçildi Ne olmuş oldu yani Türk'ün menfaati ne İran'daki Türk'e faydası ne Irak Türkmenleri ne kazanacak Suriye Türkmenleri ne kazanacak Kürt olmayan ile Arap olmayan ne kazanacak