İnsan; görüntüsüyle değil ahlâkıyla insandır (2)

İnsan; görüntüsüyle değil ahlâkıyla insandır (2)

MUSTAFA ÇELİK

Rasûlüllah (sav)'in sünnet ve sîretine bağlı kalanlar, görüntüye değil, ahlâka önem verirler. Sîretlerini sûretlerine şahid yaparlar. Dinde ahlâk, bir kıstas-ı azim kabul edilmiştir. Bu konuda bazı rivayetler şöyledir: "Kişinin namazına, orucuna bakmayın; konuştuğunda, doğru konuşup konuşmadığına, kendisine emniyet edildiğinde, güvenilirliğini ortaya koyup koymadığına; dünya kendisine güldüğünde, takvayı elden bırakıp bırakmadığına (menfaat anındaki tavrına) bakıp öyle değerlendirin."(Kenzul-Ummal, h. No: 8435)

"Kişinin namazı, orucu sizi aldatmasın. Dileyen oruç tutar, dileyen namaz kılar. Fakat güvenilir olmayanın dini de olmaz."(a.g.e, h. No: 8436)

Bu iki rivayet de Hz. Ömer (ra)'den Mevkuf olarak (Hz. Ömer'in sözü olarak) nakledilmiştir. Haraitî'de Hz. Ömer'den mevkuf olarak naklettiği rivayette, biraz daha kısa olarak şunlara yer verilmiştir:

"Kişinin namazına, orucuna bakmayın; konuştuğunda, doğru konuşup konuşmadığına, kendisine emniyet edildiğinde, güvenilirliğini ortaya koyup koymadığına bakın..."(Haraitiî, Mekarimul-ahlak, 1185)

Kenzu'l-Ummal'da senet zinciri yoktur. Haraitî'nin rivayet zinciri ise şöyledir:Ömer b. Şebbe, Yahya b. Said, Ubeydullah b. Ömer, Ömer b. Atiyye, Onun amcası, Bilal b. Haris, Ömer b. Hattab.

Öyle anlaşılıyor ki, Müslümanların önemli bir kısmı, ibadetlerde -dış görünüşü itibariyle- gelenekten gelen ritüelleri yaparken bile, hayal mertebesinden öteye geçmezler. Bütün ahlakî değerlerini Hz. Muhammed (sav)'den alan müminler, onun terbiyesini hafife aldıkları an, bütün meziyetlerini kaybederler.

"Fıtratü'l-İslâmİslâm fıtratı" tabirinin belirttiği üzere, din, insanın üç boyutu akide, sûret ve amele mütekabil sünnetin üç boyutu millet, şemail ve sîrette fıtratı korumak için gelmiştir. Burada iki hakikat vardır. Birincisi, bu üç boyut, fıtrîlikgayr-i fıtrîlik bakımından birbirine bağlı bir bütündür; bunlardan bazıları fıtrî, diğerleri gayr-i fıtrî olamaz. İkincisi, bu üç boyut, fıtrat bakımından birbirini tamamladığı takdirde ancak insan, Allah'ın yeryüzündeki halifesi ve eşref-i mahlûkât olarak kendini gerçekleştirebilir.

Dinde güzellikler sûrete değil sîrette aranır. Güzellik sadece dış görünüşte değil hassas kalpte, derûnî hislerde, üstün tavırda, imanla taçlanmış gönülde, duyuş, düşünüş tarzında, zarâfet ve yüksek rûhtadır. Hâlbuki modern anlayışta sîrette değil sûrette aranır güzellik. Fiziksel çekicilik, var oluşsal bir mesele olarak dayatılır genç kızlara. Hayat amacı gibi gösterilir. Tamamen bir aldanma ve aldatmadır. Modern zamanlar, güzellik ile iyiliğin ihanete uğradıkları zamanlardır.

Sîret bir kimsenin ahlâkı, seciyesi, karakteri, dışa akseden davranışıdır. Kişinin sîreti, kişinin ahlâkıdır. İslâm nezdinde, bu sîret ve sûret idrakini merkeze alarak günlük hayatta zevk verici, öğretici, terbiye edici nitelikleriyle son tahlilde Allah'ı hatırlatmayan bir sanatın değeri olmadığı gibi, aynı bağlamda sîreti sûretinin tasavvurunda (denkleşmeme nedeniyle) problem oluşturan bir velinin (ki bunu arif, âlim, imam, komutan, lider vb. olarak genişletebiliriz) aydınlatıcılığının da bir kıymeti olmaz. Sîret ise, aslında kişinin sûretini yani kendini insan kılan her ne-ise-ne'yi yaşamasıdır. Ancak bu noktada şu soru sorulabilir: Herkes sûretini, sîretine yani 'örnek-yol'a dönüştürebilir mi Çünkü şimdiye değin denilenler şöyle bir sonucu zorunlu kılar: İnsan, suratına düşen sûretinin gölgesini bir ömür boyu takip ederse, bu takip örnek alınacak bir sîrete dönüşür; başka bir deyişle böyle bir kişinin adımladığı mekân, başkaları tarafından da yürünebilecek bir 'örnek yol' hâlini alır. Tersi durumda ortaya "sûratsız (: yüzsüz) insan" çıkar yani kendini insan kılan sûretine uygun davranmayan, sîretine yansıtmayan, bu nedenle de sûratından sûretinin gölgesi müşâhede edilemeyen kişi yüzsüz kişidir.