Gariplerimiz galiplerimizdir

Gariplerimiz galiplerimizdir

Mustafa Çelik

Her çağın kendine ait bir garibi vardır. Kimi zaman bir köyde yalnız başına yaşayan yaşlı bir kadın, kimi zaman şehirlerin arka sokaklarında sesi duyulmayan bir çocuk, kimi zaman da fikrinden dolayı dışlanan bir bilgedir garip. Onlar, toplumun gürültüsünde sesi boğulan; ama hakikatin sessizce yankılandığı kalplerdir. Onların farkında olmadan geçen bir hayat, eksik yaşanmış bir hayattır.

Peygamberimiz (sav)şöylece müjdelemektedir:

"İslam, şüphesiz garip olarak başladı ve günün birinde garip hale dönecektir. Ne mutlu o garip mü'minlere!"

Gariplerin kim olduğunu soran Abdullah bin Mesud'a, Peygamberimiz,

"Kabilelerinden dinleri için ayrılıp uzaklaşanlardır"buyurmuştur.(Sahih-i Müslim, İman: 232.)

Bu hadis-i şerifi izah eden âlimler günümüze de ışık tutan açıklamalar yapmışlardır. Merhum Elmalılı, Neml Suresini 93. ayetini tefsirinde "İslâm'ın istikbali gece değil, gündüzdür. Sönük değil, parlaktır. Ara sıra basan gece zulmetleri onu dinlendirip tekrar uyandırmak içindir. Bu mana çok bilinen bir hadis ile şöyle beyan buyurulmaktadır" dedikten sonra yukarıda geçen hadis-i şerifi zikretmekte ve şöyle demektedir:

"Birçok kimseler bu hadisi hep mü'minleri korkutmak için söylemişler, onları ümitsizliğe ve bedbinliğe sokmuşlardır. Bu hadis,'İslam garip olarak zuhur etti, ileride tekrar garip olarak zuhur edecek'manasındadır. Hadiste geçen'Fetuba' (Ne mutlu)kelimesi korkutmak için değil, müjde içindir. Çünkü onlar, Sabikunlar (İslamı ilk yayan bahtiyar kimseler) gibidir."(Hak Dini Kur'an Dili/M. Hamdi Yazır, C: 7, Sh:3713)

Bu hadiste geçen garipler Peygamberimizin (a.s.m.) sünnet-i seniyesini, onun mübarek yolunu kendisine rehber eden mü'minlerdir. Bid'at ve hurafelerin her tarafı istila ettiği bir zamanda, bir sünnetin ihyası çok büyük ecir ve sevaba kavuşmaya da vesile olmaktadır. Peygamberimiz (sav),

"Ne mutlu o garip, mü'minlere ki, insanların benden sonra bozdukları sünnetimi ıslah ederler"buyurmaktadır.(Sünen-i Tirmizi; İman: 13)

"Gariplerimiz galiplerimizdir." Bu, bir çelişki gibi gelir insana. Nasıl olur da zayıf olan, yoksul olan, dışlanan biri galip sayılabilir Oysa bu çelişki, dünyanın ölçülerine göredir. Kalabalıkların güçlü sandığı şeyler, çoğu zaman hakikatte zayıftır. Maddi kuvvetin gölgesinde kaybolmuş nice dava, gariplerin duasıyla yeniden hayat bulur.

Toplumsal mücadelelerde de böyledir. Bir dava, eğer garibe yer vermiyorsa; onun gözyaşını, duasını, emeğini taşımıyorsa, o dava güçlü görünse de zaferi hak etmez. "Garibi olmayan davanın galebesi olmaz." Çünkü zafer sadece kazanmak değildir. Zafer, adil kalabilmekte, haklının yanında durabilmektedir.

Bir şehrin kalbinde yürürken, gölgede kalmış yüzlere denk gelirsin. Kalabalığın arasında silinmiş adımlardır onlar; kimsenin dönüp bakmadığı, sesine kulak verilmemiş, adı unutulmuş insanlar... Ve bir an, fark edersin: Asıl taşıyıcılar onlardır. Harf harf omuzlarında yükselen bir hakikat var.

Gariplerimiz…

Yani yalnızlarımız, yoksunlarımız, itilmişlerimiz.

Sokağın köşesinde ıslak bir duvara yaslanmış çocuk, bir işçi molasında ekmeğini ikiye bölen adam, susturulmuş bir annenin gözyaşı… Her biri bir davanın gerçek sahibidir.

Oysa biz galibiyeti hep yüksek seslerde ararız. Kalabalıklarda, alkışlarda, kürsülerde… Zannederiz ki zafer, en güçlü olanın hakkıdır. Oysa hakikat, çoğu zaman en sessiz olanın dilindedir. Bir garibin içli duasında, bir yetimin sabrında, bir mazlumun suskunluğunda gizlenmiştir.