Adalet ertelenemez

Adalet ertelenemez

MUSTAFA ÇELİK

Bu dünya hayatında hakkını yiyen, gönlünü kıran, günahını alan, vebaline giren, yıllarını çalan insanlar olacak. Umudunu imanından al; şahidi Allah olanın Hakkı hiç kimsede kalmaz. İnsanları Allah'a emanet etmekle, Allah'a havale etmek aynı şey değildir. Allah hem Şahid hem Vekil... Hem de Hakim... Hem Hasib... Hem de Azizün zintikam'dır!

Bilindiği gibi, El- Adl Rabbimizin isimlerinden biridir. Adil, insaflı, her şeyi yerli yerinde yapan, her şeyi hak ve doğru olan demektir. O'nun adaleti her zamanı her yeri ve herkesi kapsar. O tüm yaratılmışlara adaletle hükmeder. Adalet olmazsa mülk devam etmez. Mülk; devlettir, sistemdir, düzendir, aslında sahip olunan her şeydir. Adaletten bahseden insanların adil olması beklenir. Adalet siyasi görüşe, hayat tarzına, zaman ve mekâna göre değişmez. Adalet dünden bugüne değişmez yapana ve duruma göre farklılaşmaz. Adalet ötelenmez, ertelenmez. Ertelenen adaletten adavet çıkar!

Adalet betonun içindeki demir gibidir. Adalet olmazsa her şey depremdeki gibi yere serilir. Hakk'ın ve hukukun hâkimiyeti, adaletle bilinir. Adaletin ertelenmesi, hakkın ve hukukun ötelenmesi demektir. Hakkı ve hukuku öteleyenler, keyfi, küfri ve cebri olurlar. Ağacın kalitesi meyvesinden, insanın kalitesi sahih iman ve salih amellerinden belli olur. Adaleti ayakta tutmak, Allah için şahidlikte bulunmak, ehl-i imanın daimi vasıflarıdır. Rabbimiz buyuruyor:

"Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır" (Nisâ Sûresi135)

Şeriatin sahibinden daha şeriatçı olunmaz. Allah adaleti emretmişse buna alternatif aranmaz. Her yerde ve herkese adalet, İslâm'ın değişmez ve değiştirilemez şiarıdır.

Bırakın insanları hayvanlar bile bizden haklarını alacaklardır. Yarın Allah'ın huzuruna varınca, hakkını bizden alır haksızlık ettiğimiz karınca. Osmanlı Devleti'nin kudretli padişahı Kanunî Sultan Süleyman, Topkapı Sarayı'nın bahçesinde zaman zaman gezintiye çıkardı. Ağaçları, çiçekleri çok sever, sarayın bahçesinde kuş sesleri arasında denizi seyre dalardı. Bir gün yine bahçede dolaşırken meyve ağaçlarından birkaç tanesinde çürüme emareleri fark etti. Dikkatli inceleyince ağaçların karıncaların istilasına uğradığını gördü. Aklına ağaçları ilaçlayıp karıncalardan kurtarmak geldi. Ancak karınca da can taşıyordu. Bunun vebali olacağını düşünerek hocası Ebussuud Efendi'ye danışmak istedi. Hocasını odasında bulamayınca edebi üslupla bir soru yazıp odasına bıraktı.

Sanatkâr ruhlu bir hükümdar olan Sultan Süleyman, mahir bir kuyumcu olmasının yanı sıra Muhibbi mahlasıyla şiirler de yazardı. Onun ince bir üslupla yazdığı sualini Ebussuud Efendi odasına döndüğünde gördü ve tebessümle okudu. Sonra Kanunî'nin yazmış olduğu satırların altına sualin cevabını yine şairane bir üslupla yazdı. Kanunî hocasına şöyle sormuştu:

Meyve ağaçlarını sarınca karınca Günah var mı karıncayı kırınca

Hocası Ebussuud Efendi ise şöyle cevap veriyordu:

Yarın Hakk'ın divanına varınca Süleyman'dan hakkın alır karınca.