Evliya-Kutsiyet-Keramet

Tarihî vakıaya bakınca evliya, kutsiyet ve keramet inancının bilinen siyasal sebeplerle ilk kez Hz. Ali taraftarları (şîatü Alî) arasında ortaya çıktığı görülür. Ardından Hz. Ali ve taraftarlarına sempatiyle baktıkları bilinen sufî kesimlerce benimsenmiş; daha sonra diğer inanç gruplarına geçmiştir.

Bununla birlikte başlıktaki kavramlar etrafında zamanla oluşan ve doğal yasalarla açıklanamayan aşkınlık rivayetleri, âhâd (bir-iki kişinin naklettiği) haberlere dayalı olduğu için, o rivayetleri kesin bilgi kaynağı olarak görmek, ılımlı mutasavvıflar dâhil, ulema tarafından kabul görmemiştir.

Kur'an'da, hasımlarının ısrarlı isteklerine rağmen Hz. Peygamber'e bile doğaüstü olaylar (duyusal mucizeler) sergileme imkânı verilmediği bildirilir (Yûnus 1020; İsrâ 1790-98; En'âm 637, 109, 124). Artık Allah'ın Kur'an'da, evrende, kendi biyolojik ve ruhsal dünyamızda sergilediği mucizelerini (âyât) aklî ve bilimsel yöntemlerle anlama, kavrama, keşfetme dönemi başlamıştır.

Kur'ân-ı Kerîm'de "evliyâullah" tabiri "Allah'ın dostları" anlamında bir yerde (Yunus 1062-63) geçer. Burada "Allah'ın dostları"nın nitelikleri sadece "iman emişler ve takvaya ermişlerdir" şeklinde ifade edilir. Buna göre Allah'a saygı ve sorumluluk bilincine sahip, ahlak ve fazilet sahibi her mümin ve müslüman Allah'ın velisi, dostudur. Şu halde sadece bazı kişileri evliya bilmenin, üstelik bir de onlara kutsallık ve kerametler nispet etmenin Kur'an'da yeri yoktur.

Bu bakımdan bazı kimselere kutsiyet tanıyarak onlardan imdat ve himmet dilemek, onları Allah ile insanlar arasında aracı görmek Kur'an, sahih Sünnet ve tecrübeler açısından onaylanabilir bir tutum olamaz. Sadece Fatiha suresi bile bunu kanıtlamak için yeterlidir. Zaten hiçbir dürüst ve samimi mürşit de kendisine böyle olağanüstü sıfatlar nispet edilmesine razı olmamıştır.

Konuyu hem dinî inanç hem de insan onuru yönünden ele aldığımızda şu tespitleri yapabiliriz:

1. Velâyet makamında görülüp kendilerine kutsallık atfedilmiş kimselerin sergiledikleri iddia edilen kerametlerin imkânı meselesi iki şekilde ele alınabilir: a) Teorik olarak Kur'an'da onlarca defa tekrar edildiği üzere- "Allah'ın her şeye gücü yeter"; O'na acizlik isnat edilemez. b) Konunun pratik boyutuna gelince, kerametin fiilen herhangi bir kişi eliyle sergilenmesi, Allah'ın buna fiilen izin verip vermeyeceği noktasında Müslüman âlimlerin üzerinde ittifak ettikleri temel kural şudur:

Tasavvuf kültüründeki keşif, ilham, ricâlülgayb, râbıta, keramet, kutsiyet, mürşid otoritesi gibi konular (1) Kur'an'ın muhkem (anlamı açık) ayetleri, (2) sahih Sünnet, (3) aklıselim ve tecrübeler ışığında değerlendirilmelidir; bunların dışında söylenenlerin hepsi yakıştırmadır. Bu üç bilgi kaynağı açısından bakıldığında bir mürşide kutsiyet, olağanüstü güçler ve kerametler nispet edip ona sorgusuz sualsiz teslim olmamızı meşru gösterecek hiçbir açık kanıt yoktur.

2. Geçmişte ve günümüzde yaygın bir telakki halini almış şekliyle "tarikat" ve "cemaat" denilen oluşumlarda alelade kişiler kutsal evliya konumunda görülmüş, yanılmazlık mertebesine yükseltilmiştir; bu, tarihî bir vakıadır. Fakat bu tür yaklaşımları İslam'ın belirlediği inanç ve ahlak prensipleriyle, insan onuruna verdiği değerle bağdaştırmak mümkün değildir.