Müslümanlar çağ ile yüzleşebilecekler mi

Müslüman ulemanın ve onların yönlendirdiği Müslüman toplumların din ve İslam tasavvurlarını oluşturan bir ezberleri var. Dindar çevrelerde halen devan eden bu ezberin giderek işe yaramaz hale geldiği özellikle 19. ve 20. asırlar ile 21. asrın ilk çeyreğinde ayan beyan görüldü. Buna rağmen, meslektaşlarımın çoğunluğu, ezberledikleri eski bilgi ve fikirleri pratik hayata ne kattığını yahut o hayattan neler götürdüğünü hesap etmeden- tekrar edip duruyorlar; azınlıkta kalan bir kesim gibi ben de yazılarımda aldatıcı olmamaya çalışıyorum; elimden geldiği, aklımın erdiği, bilgimin yettiği nispette ezber bozan yazılar yazıyorum ve yazacağım.

Fikirlerimin postulatlarını şöyle özetleyebilirim:

1. Din, kaynağı bakımından ilâhî, hedefi bakımından insanî ve sosyal bir alandır. Din, bütün buyruk ve yasaklarında insanın ve insanlığın 'hidayet'ini ve 'felâh'ını gözetir. Hidayet, "insanın entelektüel düzeyde 'hakikat'i, pratik düzeyde 'doğru yol'u (sırât-ı müstakîm'i) bulması ve hayatını o yolda geçirmesi"dir; felâh ise "insanın iki dünyada da kurtuluşa ve huzura ermesi"dir. İnsanın ve insanlığın bu iki yararını gözetmeyen, bu iki amaca aykırı sonuçlara götüren bir din tasavvuru ve yaşayışı, bunlara aykırılığı ölçüsünde yanlış ve zararlı, ilâhî vahyin ve peygamberliğin hikmetine aykırıdır.

2. Çağın masum bilimleri ve gerçekleri, insanlığın meşru talepleri ve yararları ile Allah'ın Kitabında ve Peygamber'in Sünnetinde ortaya konmuş olan dinî ilkeler, değerler, buyruk ve yasaklar arasında bir zıtlaşma ve çatışma olamaz. Bir din anlayışı bu ikisi arasında bir zıtlaşma ve çatışma üretiyorsa o anlayış Allah'ın gönderdiği din değildir.

3. İlâhî takdir gereğince her toplumun, içinde yaşamak zorunda olduğu bir çağı vardır. İşte çağdaşlaşma, kısaca, toplumun çağını anlaması, çağa bilinçli uyum sağlaması; çağın nesnesi değil öznesi olmasıdır; yani gerektiğinde kendi insan merkezli değerleri, kültür ve medeniyet dinamikleri çerçevesinde çağa yön verme yeteneği ve birikimine sahip olmasıdır. Bunu başarmak için bugünkü din ve ahlak anlayışımızı, geleneksel birikimimizi, kendi çağımızın ihtiyaç ve taleplerine göre gözden geçirmek ve gerektiği ölçüde yenilemek zorundayız.

4. Geleneğe, tarihe, kültüre saygı başka; geleneği, tarihi, kültürü kutsal ve dokunulmaz saymak başkadır. Söz gelimi daha önceki muhtelif yazılarımda da belirttiğim gibi (özellikle bkz.: "Fıkıh hukuku", Karar 12.08.2020), ilim geleneğimizde Müslümanların dünyevi işlerinin ana düzenleyicisi olan 'fıkh'ın İlâhiyat Fakültelerinde "İslam Hukuku" adıyla okutulması son derece sakıncalıdır.

Gerçekte okutulan, eski fıkıh âlimlerinin kendi çağlarının hukuki, toplumsal, siyasal, ekonomik vb. dünyevi ihtiyaçlarına göre ürettikleri fikirler, çözümlerdir. Bunlar, İslam'ın asıl ilkeleri olan adalet, hakkaniyet, dürüstlük gibi ahlâkîlik durumlarına göre, İslâmî olabilir de olmayabilir de. Oysa modern dönemde "