Kurtulamadığımız illetimiz: İsraf

Kur'ân-ı Kerîm'in ve Hz. Peygamber'in açık beyanlarından tartışılmaz şekilde biliyoruz ki, Allah'a, ahlaka ve insanlığa saygısı olan biri, hele bir Müslüman, toplumsal konumu ne olursa olsun, bırakın kamu malını, kendi malından bile keyfine göre harcama yapamaz. Mal "emanet"tir; çarçur edilemez: "Akrabaya, yoksula ve yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere saçıp savurma" (İsrâ suresi 1726-27)

Dinin ve İslam ahlakının açık hükmü budur. Hz. Peygamber, ilk dört halife ve genel olarak Sahabe (Peygamber toplumu) böyle yaşamayı ilke edinmişlerdir. İlk Müslüman toplum, halifeye sırtındaki gömleğin hesabını soracak kadar korkusuz, ilk Müslüman yöneticiler de halkın huzurunda, kendilerini, sırtındaki gömleğin hesabını vermekten sorumlu görecek kadar dürüst ve erdemli insanlardı.

Lütfen "bunlar ütopik şeyler" deyip geçmeyelim. Böyle bir hesap sorabilirlik ve hesap verebilirlik, modern dünyada Müslümanlarda görülemezse de- Müslüman olmayan halklarda ve yönetimlerde vardır. Onun için her yıl yayımlanan İslâmîlik Endeksleri'nde ilk sıraları onlar alıyor.

Bilimsel olarak da israf insanın değerini aşındırmaktadır. Ünlü Alman psikanalisti Erich Fromm'un, dünyada en çok okunan kitaplardan olan To Have or To Be (Sahip Olmak veya Olmak) adlı kitabından okuduğumu hatırlıyorum; 'israf'ın psikolojide şu anlama geldiğini yazıyordu: "Ben, sahip olduğum ve tükettiğim şeyler dışında bir hiçim."

Hem kazanma hem de harcama bir eğitim, görgü, kültür, ahlak ve sorumluluk meselesidir ve ikisinin bir arada oluşması gerekir. Öncelikle, israftan korunmanın bir kültür meselesi olduğu şuradan belli ki, ülkemizde bazı servet ve makam sahipleri, servet ve makam sahibi olmanın kültürünü kazanmadıkları için, değerli ve itibarlı olmayı, ilkeli ve erdemli yaşayışlarıyla kendilerini geliştirmekte görmek yerine, kendi dışındaki varlıklarda, çok malda veya yüksek makamda ararlar. Üstelik Allah'ın verdiği mal veya makam 'emanet'ini yanlış kullanmanın da vebalini yüklenirler. Çünkü malı veya makamı kazanırken de kullanırken de akıl ve vicdanlarının değil de tutkularının buyruğuna girmişlerdir. Din ve ahlak kültürümüzde itibarı zenginlikte aramanın adı 'hubbu'l-mâl', makamda aramanın adı da 'hubbu'l-câh'tır.

İslam ahlakında bir insanın devletkamu malı şöyle dursun- kendi malından bile "Helal parayla aldım" diyerek, imkânlarının elverdiği ve gerekli olmayan her şeyi alabileceğini sanması kesinlikle yanlıştır; bu tür harcamalar israftır ve israf haramdır. İsraf edilen mal, başka birinin veya kamunun malı ise hem israftan hem de kul hakkından dolayı iki defa haram işlenmiştir.

Bazı üst düzeydeki kurumların yetkilileri, topluma örneklik bakımından sembolik önem taşıdıkları için özellikle onların kamu kaynaklarından yaptıkları gereksiz harcamalar daha çok göze batıyor ve gündem oluyor; olmalıdır da... Fakat bu konudaki eleştirilerin, ideolojik veya siyasal motiflere değil, ahlâkî ve ilkesel gerekçelere dayanması gerekir. Öyle olmayınca hem eleştirenlerin kendileri körleşiyor hem de karşı ideolojik veya siyasal tarafın kör tepkilerine yol açıyor; bu suretle iş, gerçekten faydalı olmaktan çıkıp yıkıcı bir kör dövüşüne dönüşüyor.