Kul hakkını önlemek devletin de sorumluluğu

İslam kaynaklarında kul haklarına riayet etmek adalet, doğruluk ve dürüstlük gibi erdemlerin gereği olarak görülür. Bu kaynaklarda günümüzdeki tabirle insan hakları doktrininin kurulmasına uygun bir alt yapı vardır. Bir yerde bir insan zarar görüyor, yokluk ve acı çekiyorsa bunu önlemek farz-ı kifayedir; önlenmezse durumu bilen ve önlemeye gücü yeten herkes günahkârdır. Ayrıca Kur'an'ın "İyiliği emretme, kötülüğü yasaklama" ilkesi gereğince devlet de kul haklarının ihlalini önlemek zorundadır.

Kul hakları (hukûku'l-ibâd) insanların canları, bedenleri, onur ve haysiyetleri, makam ve mevkileri, dinî inanç ve yaşayışları gibi konulardaki kişilik haklarıyla aile üyelerine ve mallarına ilişkin haklarından oluşur. Dinimizde bunlara yönelik zararlar ve kötülükler, kul haklarına tecavüz sayılmıştır.

Ayrıca zimmet, irtikâp, karaborsacılık, fitne (anarşi), idari baskı ve zulüm gibi kamunun maddi ve manevi hak ve menfaatlerine, huzur, güvenlik ve refahına zarar üreten her türlü faaliyet de çeşitli ayet ve hadislerle diğer İslâmî kaynaklarda kul hakkına tecavüz olarak görülmüş ve yasaklanmıştır.

Temel İslam kaynaklarında kul haklarına riayet etmek adalet, doğruluk ve dürüstlük gibi erdemlerin gereği olarak görülür. Bu kaynaklarda günümüzdeki tabirle insan hakları doktrininin kurulmasına uygun bir alt yapı vardır. Mesela bir yerde bir insan zarar görüyor, yokluk ve acı çekiyorsa bunu önlemek fıkıhtaki tabirle farz-ı kifayedir; önlenmezse o çevrede durumu bilen ve önlemeye gücü yeten herkes günahkârdır. Ayrıca Kur'an'ın "İyiliği emretme, kötülüğü yasaklama" ilkesi gereğince devlet de kul haklarının ihlalini önlemek ve acıları gidermek zorundadır.

İslam kültüründe miladi 8-9. yüzyıllardan başlayarak insan odaklı bazı usul kavramları üretilmiştir. İstihsân, istıslâhmesâlih, mesâlih-i mürsele ve daha kuşatıcı olan makasıdu'ş-şerîa gibi kavramlar, dinî metinleri, birey ve toplumun yararlarını merkeze alarak yorumlama anlamında birleşirler.

Özellikle 11. yüzyıl ve sonrasının Müslüman ilim ve düşünce dünyasında, Cüveynî ve öğrencisi Gazâlî öncülüğünde 'maksûdu'ş-şer' ve sonraları 'makasıdu'ş-şerîa' (Şeriatın amaçları) başlığı altında bir insan hakları felsefesi ve kültürünün gelişmesine öncülük edecek entelektüel hareket başlatılır gibi olmuştur. Fakat Kur'an ve Sünnet'in ruhundan yararlanılarak oluşturulan bu hareket, zamanla insan hakları ve özgürlükleri düşüncesini geliştirmekten ziyade, naslardaki lafzî-zâhirî anlamlardan o güne kadar çıkarılmış olan hükümleri haklılaştırma aracı olarak kullanılmıştır. Özellikle yöneticiler karşısında sivil toplum için bir hak ve özgürlükler felsefesi geliştirmenin önünü kapatan tıkaca dönüştürülmüştür.