Ramazan ayının son günlerinde yaşananlara bakınca "Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz" nebevî öğüdüne kulak vermeye her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olduğunu anlıyoruz. Millet olarak aramızda çok derin çatlaklar oluştu ve bunun şimdiki sorumluları da en başta tarafların aydınlarıdır. Aynı ülkede bu kadar birbirine uzak ve yabancı insanların yaşaması normal bir durum değildir. Dünyanın hangi demokratik toplumunda bu kadar ağır bir kopuş var Bu kopuş İslâmî ne de insanî...
Böyle buyuruyor Peygamber efendimiz: "Hesaba çekilmeden yani hesaba çekileceğiniz gün gelmeden önce kendinizi hesaba çekiniz."
Ramazan ayını bitirmek üzere olduğumuz şu günlerde yaşananlara bakınca fertler olarak da millet olarak da bu nebevî öğüde kulak vermeye her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olduğunu anlıyoruz. Millet olarak aramızda çok derin çatlaklar oluştu ve bunun şimdiki sorumluları da en başta tarafların okumuşları, aydınlarıdır.
Aynı ülkenin içinde bu kadar birbirine uzak ve yabancı insanların yaşaması normal ve sürdürülebilir bir durum değildir. Dünyanın hangi demokratik toplumunda bu kadar ağır bir kopuş var Bu kopuş İslâmî ne de insanîdir.
Sonuçta ilkel duygularımız ve çıkarlarımız ya da ayak bağı ideolojilerimiz uğruna yaptığımız yanlışlarla sadece kendimize değil, evlatlarımıza, torunlarımıza da kötülük ediyoruz. Bu gidişle onlara huzurla yaşayacakları bir ülke ve mensubu olmaktan onur duyacakları bir toplum bırakmayacağız.
En az bir asırdır sürdürdüğümüz karşılıklı nefret duygularımız yüzünden evlatlarımıza ve torunlarımıza iç barıştan tutunuz, eğitime, refah düzeyine, gelir dağılımına kadar birçok alanda hem acı çekecekleri hem de dünya milletleri karşısında utanacakları bir ülke ve toplum bırakıyoruz.
Onlara bunu yapmaya ne hakkımız var! İnanan insanlar olarak, hırslarımız uğruna işlediğimiz, nesilleri etkileyen kötülüklerin hesabını Allah'ın huzurunda nasıl vereceğiz
Şu gerçeği dürüstçe kabul edelim ki, -benim de dâhil olduğun- dinî kimlikle tanınan çevreler, gruplar ile onların dışında kalanlar ve özellikle gençler arasında ciddi bir zihinsel kopuş ve hatta giderek nefret duvarları oluşmaktadır.
Ben, mensubu olduğum Diyanet ve İlâhiyat dünyasının böyle bir barış ayında bu ağır atmosferden çıkış yönünde yapması gereken hizmetler olduğunu, olması gerektiğini düşünüyorum. Her iki dünyanın da böylesi hayır ve özveri zamanlarında değişik mecralar üzerinden toplumsal uzlaşmaya özendirici açıklamalar yapmaları gerekmektedir.
Fakat kabul edelim ki, bizler, Diyanet ve İlâhiyat camiası olarak toplumla böyle bir sıcak ve inandırıcı ilişki kuramıyoruz. Kanaatimce bunun da birinci sebebi, çağdaş insanın, en başta da gençlerin zihninde ve hayatında karşılığı olmayan, onların yaşadığı veya ilgilendiği meselelere çözümler içermeyen eskimiş bilgiler ve fikirlerde hâlâ ısrar ediyor olmamızdır. Bunlarda ısrar edersek çeşitli toplum kesimleriyle aramızda oluşan mesafeyi kapatmak yerine daha da açarız. Sonuçta şimdilerde olduğu gibi toplumsal, siyasal ve ekonomik sorunlar içinde itişip kakışmaya devam ederiz.